Ana içeriğe atla

Kayıtlar

br kalbin hayaleti

  ben seni kopmuş bir uzvundan başladım sevmeye. kalbinin hayaletinden, sürekli kaşınırdı yokluğu, yüzünde kaşıyamadığın bir boşluğun hak edilmemiş ıstırabı, aldım ıstırabını, başucuma koydum, kaybolmayayım diye ceplerime koyduğum kırıntıları aç bir çakala attım gece, ben sana, kendi istihkakımdan başladım vermeye. hak etttiğin ve asla alamadığın o şey, aç bir çakalın gözleri gibi parlıyordu gecede, bir göklerdeki babamız biliyor, bir de ben, şahidim kendime, ilk kez aç kalmış ve bunun ne olduğunu anlayamayan bir çocuğun süt dişiyle, aç bir çakalın parlayan gözleri kardeştir birbiriyle, açlık canavarları dünyanın her yerinde, kardeştir birbirleriyle, ben seni kendimde olmayan bir şeyden başladım görmeye. bir fikir miydi, bir bilgi miydi, meyveye vurmuş çürümüş bir çiçek miydi, sonunda nasılsa ölmüştü içimde, ben seni, içimi kemiren bir kurdun karanlığından başladım bilmeye, unuttuğun bir hatıradan, beyninin ışımayan karanlık dokularından, artık ölmüş olan bu dünya için, dünyanın, s...

unutma bahçesinde bir akşam

  o kapıyı bana ben zorladım,  ardında bir şey varmış gibi...  içeriye ya da dışarıya bir yere;  içe, bir odaya, kimse konuşmamış orada;  dışa, bir avluya, kimse elinden bir saksıyı düşürmemiş orada.  tek taraflı bir yüzey,  iki aynılığı birbirine vuran,  ayırdığı hiçbir şey olmayan,  kapı denmesi için yeter sebep bulunmayan. sonra o kapıyı bana ben çarptım, kendi suratımın boşluğuna,  şimdi bir şeyler ayrıldı işte birbirinden;  arzu bir tarafta kaldı,  hatıralar ayrıldı iki tarafa, iki zihin belirdi başka iki dünyada,  paraflar atıldı,  rafa kaldırıldı boş dosya,  işlemiyor kağıtlara kelimeler,  yazdıkça beyaz,  karaladıkça boşluğu örüyor tuğla tuğla,  eşiksiz bir arada kalmışlıkta,  isteksiz suçun kaydı tutuluyor. “şu anda burada değilsiniz” yazıyor  kara harflerle,  kara bir levhanın önünde,  duyu organları kendilerini hissediyor yalnızca; basınç tankında işkenceye eşdeğer bi...

yürüyor açlar ordusu

  yürüyor açlar ordusu yürüdükçe büyüyor boş midesi duyduğun bu guruldamalar padişahım pankartlarımızından geliyor ey yavaş yavaş azalan padişahım sloganlarımızdan çıkıyor duyduğun bu kazınma sesi. kafamız gözümüz patlak aç karnımızla yürüyoruz  yürüdükçe büyüyor ey yavaş yavaş azalan padişahım görüyoruz, duyuyoruz, gözlerindeki korku çığlıklar atıyor. midemiz boş ağzımız kokuyor açlıktan seni doyurmak için padişahım bütün gün çalışıyor akşama dayak yiyoruz karnımızı jopunla, gazınla doyuruyoruz. sen vurdukça padişahım sen eksilttikçe ekmeğimizi aşımızı eksilttikçe sen küçülttükçe tayınımızı yaşamlarımızı budadıkça biz daha gür çıkıyoruz ey yavaş yavaş azalan padişahım görüyorsun ya bitmiyoruz bitmeyen bir devin karnından konuşuyor açlıktan, yoksulluktan artırdığımızı birleşmek için kullanıyoruz ey yavaş yavaş azalan padişahım görüyorsun ya midemizde aç bir canavarla her gün sonsuz büyüyoruz.

elleriyle kaç çiçek boğmuş bir sultan

  ben giderken tam zamanlı bir atım, çalışırken, iş görürken, elleriyle kaç çiçek boğmuş bir sultan. her taht kavgasında kaybediyorum, bir güne daha yenilirken, yani bütün zamanlarda "eyvallah, tamam" diyorum. aslolan hep kaybetmek günü, her sabah bunun için kurmak alarmı, bir allah bellemek insanlar içinde bir insan olmayı. bir kez kabul edilir çünkü zaman, zamanın bir yerinde, sonrası hep bildik şeyler,   tutunmaya tutunmak, bilmeye toprak, büyümeye ağaç. sonrası yaşamak, bir şeyler düşüyor payına, sabah erkenden kalkmak, akşama varmadan ölmek.

ben var ben olmak

  ben olmak yalnızlık ben olmak uçmak kadar saçma kuşlar kadar gökyüzüsüz ben olmak kapladığım yer kadar kütlemden fazla kendimden az senden eksik ben var kayar gibi geçmek ben olmak dalında çürümek ben var hayvanların yediği ben olmak üç yüz kürek toprak çukurunu derin kazmak dünyanın öte tarafında kalmak ben var aşına aşına kumsal olmak ben olmak   baş parmağı konumlandırmak çakmak taşlarını birbirine vurmak ateşi anlayınca ilk önce kendini yakmak rüzgarı anlayınca ağlamak ben var sevgiyi bulmak ilk önce kendini yakmak ben var seni severken kendini tanımak ben var göğsümdeki kırmızı eti göğümdeki uçmayı yerimdeki saymayı ben var sayıklamak ben var evler icat etmek yanlışlıkla sokağı bulmak ben var eve giden yolu unutmak

unutmak çıkmazı

  bu sokağı son kez geçeceğim düzünden her adımda unutarak ardımda kalanı ardımda kalana bir ağıt bile yakmadan gömmeden onu, onları, o gürültülü kalabalığı hatıranın boşluğunu kaldırımda bırakacağım kargalar bir ucundan çekiştirecek etlerini köpekler diğer ucundan kopacak sessizce bir kıyamet gibi et kimse anlamadan yok olan şeyler gibi bir şarkı son kez çalacak dünyada bir daha duyulmayacak sesi. bu sokağı son kez geçeceğim düzünden son adımda yok olacak hepsi son adımda adım da sona erecek kısa bir yol filmi başladığı gibi bitecek bu eski, kırık, yorgun binaların arasından bir fısıltı gibi balkonda sigara içen kadının sıkılmak vermişti ona çok önce son şeklini odada ağlayan çocuk kanepede horlayan adam açık kalmış televizyon başka bir evde neşe o da bitecek sarı ışıkların altında duvarda kalmış bir miktar kahkaha yağ kokuları, bulaşıklar, meyva kabukları arasında yarım kalmak boynumuzun borcu hiç bozmadan bu mutluluk orucunu son şeklini verecek son adım her şeye yamru yumru bir ...