Ana içeriğe atla

Kayıtlar

unutma bahçesinde bir akşam

  o kapıyı bana ben zorladım,  ardında bir şey varmış gibi...  içeriye ya da dışarıya bir yere;  içe, bir odaya, kimse konuşmamış orada;  dışa, bir avluya, kimse elinden bir saksıyı düşürmemiş orada.  tek taraflı bir yüzey,  iki aynılığı birbirine vuran,  ayırdığı hiçbir şey olmayan,  kapı denmesi için yeter sebep bulunmayan. sonra o kapıyı bana ben çarptım, kendi suratımın boşluğuna,  şimdi bir şeyler ayrıldı işte birbirinden;  arzu bir tarafta kaldı,  hatıralar ayrıldı iki tarafa, iki zihin belirdi başka iki dünyada,  paraflar atıldı,  rafa kaldırıldı boş dosya,  işlemiyor kağıtlara kelimeler,  yazdıkça beyaz,  karaladıkça boşluğu örüyor tuğla tuğla,  eşiksiz bir arada kalmışlıkta,  isteksiz suçun kaydı tutuluyor. “şu anda burada değilsiniz” yazıyor  kara harflerle,  kara bir levhanın önünde,  duyu organları kendilerini hissediyor yalnızca; basınç tankında işkenceye eşdeğer bi...

yürüyor açlar ordusu

  yürüyor açlar ordusu yürüdükçe büyüyor boş midesi duyduğun bu guruldamalar padişahım pankartlarımızından geliyor ey yavaş yavaş azalan padişahım sloganlarımızdan çıkıyor duyduğun bu kazınma sesi. kafamız gözümüz patlak aç karnımızla yürüyoruz  yürüdükçe büyüyor ey yavaş yavaş azalan padişahım görüyoruz, duyuyoruz, gözlerindeki korku çığlıklar atıyor. midemiz boş ağzımız kokuyor açlıktan seni doyurmak için padişahım bütün gün çalışıyor akşama dayak yiyoruz karnımızı jopunla, gazınla doyuruyoruz. sen vurdukça padişahım sen eksilttikçe ekmeğimizi aşımızı eksilttikçe sen küçülttükçe tayınımızı yaşamlarımızı budadıkça biz daha gür çıkıyoruz ey yavaş yavaş azalan padişahım görüyorsun ya bitmiyoruz bitmeyen bir devin karnından konuşuyor açlıktan, yoksulluktan artırdığımızı birleşmek için kullanıyoruz ey yavaş yavaş azalan padişahım görüyorsun ya midemizde aç bir canavarla her gün sonsuz büyüyoruz.

elleriyle kaç çiçek boğmuş bir sultan

  ben giderken tam zamanlı bir atım, çalışırken, iş görürken, elleriyle kaç çiçek boğmuş bir sultan. her taht kavgasında kaybediyorum, bir güne daha yenilirken, yani bütün zamanlarda "eyvallah, tamam" diyorum. aslolan hep kaybetmek günü, her sabah bunun için kurmak alarmı, bir allah bellemek insanlar içinde bir insan olmayı. bir kez kabul edilir çünkü zaman, zamanın bir yerinde, sonrası hep bildik şeyler,   tutunmaya tutunmak, bilmeye toprak, büyümeye ağaç. sonrası yaşamak, bir şeyler düşüyor payına, sabah erkenden kalkmak, akşama varmadan ölmek.

ben var ben olmak

  ben olmak yalnızlık ben olmak uçmak kadar saçma kuşlar kadar gökyüzüsüz ben olmak kapladığım yer kadar kütlemden fazla kendimden az senden eksik ben var kayar gibi geçmek ben olmak dalında çürümek ben var hayvanların yediği ben olmak üç yüz kürek toprak çukurunu derin kazmak dünyanın öte tarafında kalmak ben var aşına aşına kumsal olmak ben olmak   baş parmağı konumlandırmak çakmak taşlarını birbirine vurmak ateşi anlayınca ilk önce kendini yakmak rüzgarı anlayınca ağlamak ben var sevgiyi bulmak ilk önce kendini yakmak ben var seni severken kendini tanımak ben var göğsümdeki kırmızı eti göğümdeki uçmayı yerimdeki saymayı ben var sayıklamak ben var evler icat etmek yanlışlıkla sokağı bulmak ben var eve giden yolu unutmak

unutmak çıkmazı

  bu sokağı son kez geçeceğim düzünden her adımda unutarak ardımda kalanı ardımda kalana bir ağıt bile yakmadan gömmeden onu, onları, o gürültülü kalabalığı hatıranın boşluğunu kaldırımda bırakacağım kargalar bir ucundan çekiştirecek etlerini köpekler diğer ucundan kopacak sessizce bir kıyamet gibi et kimse anlamadan yok olan şeyler gibi bir şarkı son kez çalacak dünyada bir daha duyulmayacak sesi. bu sokağı son kez geçeceğim düzünden son adımda yok olacak hepsi son adımda adım da sona erecek kısa bir yol filmi başladığı gibi bitecek bu eski, kırık, yorgun binaların arasından bir fısıltı gibi balkonda sigara içen kadının sıkılmak vermişti ona çok önce son şeklini odada ağlayan çocuk kanepede horlayan adam açık kalmış televizyon başka bir evde neşe o da bitecek sarı ışıkların altında duvarda kalmış bir miktar kahkaha yağ kokuları, bulaşıklar, meyva kabukları arasında yarım kalmak boynumuzun borcu hiç bozmadan bu mutluluk orucunu son şeklini verecek son adım her şeye yamru yumru bir ...

“olduran dünyayı bu ne” dediler

ne bir gölge kaldı ne bir anı bu çöplükte; beden bellektir, uçurtma da saklar içinde, atılmış şeyler de, çocukluğun en durmaz yerinde kırılmış bir gün, i̇nsan hatırlamaktır, i̇nsan hatırlamaktır diye bağırıyorlar caddelerde, bir hatıra kendilerini hatırlatıyor onlara, kendini hatırlıyor bir hatıra; göğüs boşlarında bir zangoç, duygularını taklit ediyorlar, uyku boşlarında bir zaman dalıyorlar sabaha karşı, ve sonra söz veriliyor onlara çan sesleri için. odunlar kuruydu ateş yaktık, göğün yırtıldığı yerden gece dikti, biz söktük, “olduran dünyayı bu ne” dediler, bu yumuşak karanlıkta, bu acımasız aydınlıkta. nereye dökülüyor bu çöp, ötekıyısı nerede zamanın.  

l’appel du vide*

  Beni uğraşma artık O boşluk bir organ içimde Bırak durdurayım kıyametin reklamlarını Paketlenmiş bu çölü durdurayım İçimde ne var açıp baktın mı Kum dolu ağzım var içimde suskun Güneşte solmuş bir kaplama dışımda Eve dönmenin çürüttüğü o kara güneşte İçinden konuştuğunu biliyorum Bilmediğin dilde bir dua sandığın o sayıklama Düşmanın adını unutmayasın diye göğsüne batırdığın boyalı iğneler Gözlerin açık ama açılmıyor odandaki perdeler İçinden çık içinden düş içinden sus Bak ne kadar anlamı kaldı kelimelerin Yüzün de adın da yardımcı olmuyor artık sana Bir daha bak Geçip gitmiştir belki dünya sandığın yara *boşluğun çağrısı

biz her cumartesi ölüyoruz makina

  kuruyan çamaşır kadar anlamıyorlar rüzgârı  kanunların, düzenlemelerin arasında boğuluyorlar oysa adlarını kuruyan bir kumaştaki su gibi  dünyadan geri istediler  aldılar gizlediler tekrar tekrar unutmak zorunda kaldılar tuttular birer sigara daha yaktılar tuttular birilerini daha öldürmeye karar verdiler kanunlarını kimsenin bilmediği odalarda hiçlikten para çekmeye çalışıyorlar ben daha sana kendimi anlatamadım makina çanlar çalmaya başladı kimin için şeytan taşladılar kimin için cumartesi kelle kesmediler saygılarından allahlarına meydanda toplananlar var hâlâ onların gömlekleri anlıyor rüzgârı gözlerinde edilmiş ahlar alınmış yeminler ağızlarında verilmiş sözleri onlardan başkası tutmuyor bir tek onlar hatırlıyor dünyayla aralarındaki antlaşmayı hiçlikten bir şey yaratmaya çalışıyorlar bir canavar belki bir çamur ben daha kendimi anlayamadım makina onlar orada gece yarısını beklediler bizler de burada bekledik sonra onlar bir duvar ördüler nasıl olduysa biz kal...

Bir Şey Denmiyor

Sana uzun zamandır Tevrat okumadım Sanki bir orman hiç devrilmiyormuş gibi Tanrı kılıcını kuşanmamış gibi Kendimi savaş olmadığına inandırdım Baltamı bileyliyordu biri Sanki kimse ölmüyordu dünyanın bir yerinde Dünya kanamıyordu Kendimi dünyaya inandırdım Sonra sular bozuldu neden sonra Balığın öldüğüne yordular Kulağımızda bir deniz minaresi Kanın akışını dinliyorduk Geceydi Sahile dalgalar vuruyordu Sarhoştuk ve unuttuk adımızı unutmayı Güneşe kadar güldük bu yüzden Sizin oralarda ne dendiğini bilmiyorum Bizim buralarda bir şey denmiyor