Ana içeriğe atla

Kayıtlar

“olduran dünyayı bu ne” dediler

ne bir gölge kaldı ne bir anı bu çöplükte; beden bellektir, uçurtma da saklar içinde, atılmış şeyler de, çocukluğun en durmaz yerinde kırılmış bir gün, i̇nsan hatırlamaktır, i̇nsan hatırlamaktır diye bağırıyorlar caddelerde, bir hatıra kendilerini hatırlatıyor onlara, kendini hatırlıyor bir hatıra; göğüs boşlarında bir zangoç, duygularını taklit ediyorlar, uyku boşlarında bir zaman dalıyorlar sabaha karşı, ve sonra söz veriliyor onlara çan sesleri için. odunlar kuruydu ateş yaktık, göğün yırtıldığı yerden gece dikti, biz söktük, “olduran dünyayı bu ne” dediler, bu yumuşak karanlıkta, bu acımasız aydınlıkta. nereye dökülüyor bu çöp, ötekıyısı nerede zamanın.  

l’appel du vide*

  Beni uğraşma artık O boşluk bir organ içimde Bırak durdurayım kıyametin reklamlarını Paketlenmiş bu çölü durdurayım İçimde ne var açıp baktın mı Kum dolu ağzım var içimde suskun Güneşte solmuş bir kaplama dışımda Eve dönmenin çürüttüğü o kara güneşte İçinden konuştuğunu biliyorum Bilmediğin dilde bir dua sandığın o sayıklama Düşmanın adını unutmayasın diye göğsüne batırdığın boyalı iğneler Gözlerin açık ama açılmıyor odandaki perdeler İçinden çık içinden düş içinden sus Bak ne kadar anlamı kaldı kelimelerin Yüzün de adın da yardımcı olmuyor artık sana Bir daha bak Geçip gitmiştir belki dünya sandığın yara *boşluğun çağrısı

biz her cumartesi ölüyoruz makina

  kuruyan çamaşır kadar anlamıyorlar rüzgârı  kanunların, düzenlemelerin arasında boğuluyorlar oysa adlarını kuruyan bir kumaştaki su gibi  dünyadan geri istediler  aldılar gizlediler tekrar tekrar unutmak zorunda kaldılar tuttular birer sigara daha yaktılar tuttular birilerini daha öldürmeye karar verdiler kanunlarını kimsenin bilmediği odalarda hiçlikten para çekmeye çalışıyorlar ben daha sana kendimi anlatamadım makina çanlar çalmaya başladı kimin için şeytan taşladılar kimin için cumartesi kelle kesmediler saygılarından allahlarına meydanda toplananlar var hâlâ onların gömlekleri anlıyor rüzgârı gözlerinde edilmiş ahlar alınmış yeminler ağızlarında verilmiş sözleri onlardan başkası tutmuyor bir tek onlar hatırlıyor dünyayla aralarındaki antlaşmayı hiçlikten bir şey yaratmaya çalışıyorlar bir canavar belki bir çamur ben daha kendimi anlayamadım makina onlar orada gece yarısını beklediler bizler de burada bekledik sonra onlar bir duvar ördüler nasıl olduysa biz kaldık altında biz her

Bir Şey Denmiyor

Sana uzun zamandır Tevrat okumadım Sanki bir orman hiç devrilmiyormuş gibi Tanrı kılıcını kuşanmamış gibi Kendimi savaş olmadığına inandırdım Baltamı bileyliyordu biri Sanki kimse ölmüyordu dünyanın bir yerinde Dünya kanamıyordu Kendimi dünyaya inandırdım Sonra sular bozuldu neden sonra Balığın öldüğüne yordular Kulağımızda bir deniz minaresi Kanın akışını dinliyorduk Geceydi Sahile dalgalar vuruyordu Sarhoştuk ve unuttuk adımızı unutmayı Güneşe kadar güldük bu yüzden Sizin oralarda ne dendiğini bilmiyorum Bizim buralarda bir şey denmiyor 

(aynaya karşı)

  (aynaya Artık yakasından düş ve kabul et onu Bırak düşsün kalkamasın  kalkamamasına izin ver Aydınlığa mı çıkar karanlıklara mı sokulur Biraz susar mısın Hiç iyi görünmüyorsun bugün Yemek mi yesek Kuşlara mı gitsek Gerdanlarımızda hindiba tohumları vardı hatırlar mısın Bir daha bir başka göğe mi eksek Yine bugün ne bu surat Beni mi gördün rüyanda Ellerim tam mıydı Daha mı gençtim daha mı eski Seni seviyor muydu Bunu biliyor muydun Bunca yıl sonra nasılsın Yine olmadı değil mi yine yapamadın Altı üstü bir yaşam neyini yaşayamadın Kırlara koşsaydın dağlara çıksaydın Tutan mı oldu kolundan Dün yine konuştun uykunda Allah’la aran hep bozuktu Bırak onu suçlamayı Kaderin elindeydi yarım buket solmuş güle sattın Sen var ya abi insanın ömrü üç yüz yıl uzasa Yine de bir sik başaramazsın Hadi hadi çık artık Fazla oyalandın Kaç yıldır yetişecek bir yer yok Bugün fena görünmüyorsun ama akşama kadar bir yolunu bulursun rüyamda seni gördüm büyük şairdin karşı)

hayatta kalanların numarası ne?

  biz de hayatta kaldık işte soğukta karanlıkta şarkıda beynimizde kendimizden bir tümörle konuşurken olur olmadık yoksullukta direttik kalınlaştı ensemiz damarlarımız bileklerimiz toplandı sinirlerimiz yıprandı öfkeliydik işe gittik üzülmüştük işe gittik sesimiz bir dengeye kavuştu otobüse ağlayarak bindik birbirimizin yanında ağladık ikiçeşmelik yokuşundan inerken öldürmüyorlar da hepimizi hayatta kalanların antlaşması çatallanan yolların tanrıçası saldı köpeklerinin sesini antlaşmayı yırttı sessizliği yırttı buradasınız yazıyor önünde durduğumuz levhada ve başka bir yerde değiliz kaç numaralı otobüse bindiniz? buradasınız yazıyor levhanızda **** "What's the Trick to Surviving?" Yet here we stand, alive and bold In the cold, in the dark, in a song's sway With a tumor of ourselves in our brain's array We persisted through poverty's grip Our necks thickened, veins began to rip Our wrists bound, our nerves frayed We went to work with anger's parade Sadness

ev kadar uzak

  anladım, ev içimde nasıl bir yer orada kimler konuşur yaşlı kurtlar ne der kimin dizleri ağrır kışın kimin gözleri görmek istemez artık dünyanın renklerini yeni bir kelime öğrenmeyi kim istemez kim her gece mezarını kazar gibi açar yatağını insan ölmeden ölebiliyormuş anladım bunu. bir mutfağın sessizliği özlenebilir soğuk bir akşamda üşümek özlenebilir kendini doğradığın bir akşam en çok yaşadığın akşam olabilir ama insan ölmeden de ölebiliyormuş bak yaşıyorum hâlâ. sen kimi gömdün şahsi mezarlığına kimler çürüyor şimdi arka bahçende hangi hayaletler şarkı söylüyor unuttun mu seslerini gözlerini kaçırışlarını onlar senden bir tebessüm beklerken dişlerinden gelen gıcırtı ağrıyan şakakların bitap düşmüş sinirlerinle bak yaşıyorsun hâlâ oysa konuşmuştuk insan ölmeden de ölebilir bak buradasın hâlâ. tırnaklarını geçirdiğin yaşam inatla inatla umursamaz inatla unutkan ama kendini dayatıyor sana bir milyar nöronun birden acıyor ölü hücreler mezarlığı bir kanser bahçesi için arka bahçenden

farelerden sonra dünya

ve sonra yeryüzüne yedi gün boyunca baktı. yedinci günün sonunda onlara dedi ki;   şehrinizin taşaklarını koparacağım öyle çok erkek kesilecek ki kendi kanlarında akmaya başlayacaklar pis sokaklarınıza doğru farelerinizi besleyeceğim iri besili fareler armağan edeceğim size kalbinizden son umut kırıntısını söküp atmak için farelere yedireceğim onu ve siz canlıyken henüz y biçiminde bir kesikle yaşarken başlayacak otopsiniz henüz ölmemişken öldükten sonranızı göreceksiniz şehri taşaklarınız, fareleri kalpleriniz besleyecek.   lağımlarda uyutacağım sizi üzerinizi suyla örteceğim geceleri buz gibi, sülfürlü bir suda uyurken siz gördüğünüz rüyalarla besleyeceğim şehrinizi.   tüm kollarını keseceğim şehrinizin, altıya böleceğim sizi de kestiğim parçalara şarkılar söyleyeceğim her bir parçanıza yeni bir isim takacağım uzuvlarınıza bir isim verip uzun uzun konuşacağım onlarla öldükten sonra da yaşatacağım hatıranızı bir anı ne zaman solar ne zaman çürür etinizle birlikte öğreneceğiz bunu.   d

çünkü o her şeyden yapılmış

çünkü o, her şeyden yapılmış.  kumaştan ve güneşten. küldeki zamandan yapmışlar onu. is ve petrol kokusundan, basınçtan ve beklemekten, ellerinin ne önemi varmış artık işlemekten ve tutulmaktan yapmışlar onu bırakılmaktan ve kırılmaktan. çünkü o, her şeyden yapılmış. kısalıktan ve hafiflikten, memeleri varmış, uçar gibi yürürmüş, kanattan yapılmış çünkü o kemiklerindeki boşluktan yapılmış. geceleri var sarmaşıkların uzadığını duyuyor. sarılmaktan yapmışlar onu, bakmaktan ve esirgemekten, üzüldü mü çiçek açıyor kaldırımlarda, taraçaların tanrısına açıyor göğsünü, ulu gövdesinde bir çarpı işareti, kendi çarmıhını çatmaktan yapmışlar onu, babasının terk ettiği peygamberlerden o sorumlu, ağladığı zaman yedi gökler duyuyor sesini, suçtan, günahtan kurbandan ve masumdan, çünkü her şeyden yapmışlar onu. çatılardan ve güvercin yuvalarından soruyorlar onu, uykuları uyunmaz, hiç yaşanmamalı bir geçmişten yapmışlar. rüyaları görülmez; her şeyden yapılmış gibi ağır, her şeyden yapılmış gibi çelik,