Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kurgusal Bir Günlük Denemesi - Palmiyelerin Altında

1981 1981… Ne vardı bu yılda? Eski dondurmaların tadı? Yoldan geçen haşlanmış mısırcıyı tanımak? Yazlık akşamları? Son komşuluklar..? Çay bahçeleri? Fuar zamanı? Hayır, bunlar değildi. Sanırım aradığım şey içi boş bir nostalji avuntusu değildi. Geçmişin hiçbir zaman şimdiden daha iyi olduğuna inanmıyordum. Hiç şüphesiz gelecek de şimdiden daha iyi olmayacaktı. Sadece olacaktı. Her zamanki gibi. Aslında olanlar daha çok tüm dünyanın yine bir değişimin eşiğinde olmasıyla ilgiliydi. Soğuk Savaş birkaç yıla bitecekti… Yaz saati uygulaması ilk kez Sovyetler Birliği'nde de hayata geçirildiğinde tarih 1 Nisan 1981’di. Daha sonra, dünyanın ilk ve tek bireysel terör örgütü olduğu anlaşılacak olan    Mehmet Ali Ağca, Papa II. Jean Paul'e karşı suikast girişiminde bulunduğunda ise takvimler 13 Mayıs’ı gösteriyordu. Bir yandan Kaliforniya'da ilk AIDS vakaları başlarken -3 yıl sonra Michel Foucault’yu da öldürecekti- dünyanın diğer ucunda İsrail, Golan Tepeleri'ni

Z raporu

Bir sıkıntı anında sayıklanmış Aynı dilde unutulmuştur amen, amin, aman Plastik em soru solu gen tüket Gel biraz da şuralarımda ağla Sandığını önüne kadar getirdim İçinde anıların ve öyle sandıkların: İçime çiçek ekme Sonra sulamayı abartıyorsun Çiçek çürüyor sonra içimde çürük çiçek kokusu bırakıyorsun Bana yemekler yediriyor gözlerini belirtiyor bana temiz yataklar ayarlıyorsun: Uyanıyorum ve kabul ediyorum sefaletimi: Ben bir burkulmanın anısıyım Yanlış atılmış bir yazı-tura Bir çekilmenin vaadi Bir türlü hatırlanmayan adım Olmama bir bahane yok Günün sonu akşam Başka bir şey bilinmiyor hakkımda Bir gülmenin son anları Yumuşak bir geçiş Fırça izlerini ustalıkla yok ediyorum Artık üslubumdan da tanınamam Sildirdim dövmelerimi Beni bir başkasından ayıracak ne varsa Bir tehlike anında kalbim kırılmasın için ikna olmak üzere olan biri varsa: Gülüşü tutuyorum iknayı durdurdum kendimi atıyorum bu hesaplamadan Sonuç sıfırdan biraz fa

Semih Özakça, Nuriye Gülmen ve Ahmet Güntan

Semih Özakça ve Nuriye Gülmen ölmek üzere. Bunu hepimiz biliyoruz ve onları vazgeçirmenin mümkün olmadığı artık çok açık. Oldukça sert olduğunu biliyorum ama şu andan itibaren bıraksalar bile bedenlerinde ömür boyu sürecek izler bırakacak bu eylem. Açlık grevi nedeniyle ölmek üzere olan iki insan varken, açlık grevi üzerine felsefe yapmak, Gülmen ve Özakça'ya akıl vermek benim açımdan ahlaksızlıktır. Ama bu ahlaksızlık da yetmiyor artık bize. Artık gizleyemediğimiz bir öfkemiz var çünkü. Bazen bir haberin veriliş şekli üzerinden ortaya çıkabiliyor bu dizginlenemez öfke: Artık onlara kızıyoruz çünkü onlar bu eylemle büyüdükçe biz küçülüyoruz. Onların bedeni küçülerek büyüdükçe biz daha da küçülüyoruz. Benzetme için kusura bakabilirsin Ahmet Güntan. Sabahtan beri bir şey yemedim. Açlıktan olabilir. ** Keyfi yerinde insanların ölüm orucu/açlık grevi rahatsızlığı diye bir şey var. Yaşamı kutsamak üzerinden hareket eden sefil bir durum aslında. Hangi yaşam? İktidarın sonsuz

danimarka krallığında solgun bir gül

  işte buradayız ve başka hiçbir yerde değiliz. imlâ ve konuşma dili arasına sıkışmış, ve bundan şiir yapmaya çalışıyoruz. burada olduğumuzu ve başka bir yerde olmadığımızı, gökyüzünün ve denizin aslında mavi olmadığını, gözle görülebilir şeylerin gözle görülemeyen şeylerden daha az olduğunu, bir ışık tayfının başka bir ışık tayfına söz geçiremeyeceğini, görünenlerin hiç de göründüğü gibi olmadığını ve aynı zamanda tam da göründüğü gibi olduğunu, söylemiş miydim? evet, sanırım bir kısmını anlatamaya çalışmıştım. çöl. serap. sen ne güzeldin ve dallar kırılıyordu ve sen duymuyordun, bir milyon kilometre ötede söylemiştim, yol o zaman da hiçbir yere gitmiyordu, yaprakları boşuna eziyordun, ve sen bunun tanrıçası, kötüler acı çekmez, kötüler acı çekmez fısıldayarak bitmez bir tespih çekiyordun karanlıktan, kül eşeleyip bir peygamber yontarken kendine kendinden, ve ben bunun tarih yazıcısı, sen bir yoldan hiç vazgeçmiyordun, belirli bir yoldan hiç geçmeyerek. kendi içinde sonsuza ka

Çölden

Dik bir açıyla perdeleri açtım Duvarlar duruyor Coğrafya poğaça yiyor sabahları Yalnız bunun için Otur biraz çöl konuşalım diye Birazdan yataktan kalkacağım Çirkin ayaklarım ağır ağır alışacaklarlar dünyaya Babamdan kalkacağım Bunun için önce bir bıçağa ihtiyacım var Anne ben büyüyünce sezaryan olacağım Seninle bir gün Ege Denizi'nde de ölmek isterim Martılarla birlikte bir çılgınlık olarak olur Damlardan ve topraktan uzakta olur Normal bir yolculukta tadını çıkaracağımız turuncu ışıklar altında Gün batımına doğru plastik bir ördekle giderken Bu sevginin hiçbir anlamı olmadığını Yalnızca olduğunu ve ben demiştim diyerek son kez Sonra seninle bir gün koşmak isterim Giden bir canavarın ardından Çizilmiş yollar Mavi levhalar arasında Bizim oralarda havuz olmaz Dünyayı da gördüm Anladım bana göndermeye çalıştığı işaretleri Ve onun bize göre bir yer olmadığını Bütün bunlardan eksik bir harita çıkardım Yanlış anlamanın da bir patikası varmış Daha önce yürü