Dünyanın bütün pazarları birbirine benziyor. Tanrı haftanın günlerini yaratırken tek bir pazar yaratmış ve onu bir kere kopyalayıp sonsuz kez yapıştırmış gibi. Ama o Pazar hayatımda yaşadığım en tuhaf ve bu yüzden tek farklı pazardı.
O Ses'i izliyordum, Sema banyoda saçlarını kurutuyordu. Sehpadaki şarap kadehine uzanırken bir anda onları orada gördüm. Her sağlıklı insan gibi yerimden sıçrayıp çığlık attım. Çığlığım bittiğinde fön makinesinin sustuğunu fark ettim, Sema salon kapısında elinde fön makinesi ile dikiliyordu. Ağzı şaşkınlıktan yarım açık kalmıştı. Gözlerini odadaki iki kişiden ayıramıyordu.
“Siz, siz…” diye kekeledim ve sustum. “Siz” dedim tekrardan gücümü toplamaya çalışarak, “n... ne… ne zaman girdiniz buraya?”
“Halı için geldik” dedi kadın, adamla birlikte gülümsediler ve devam etti, “şaka, biz hep buradaydık.” Sesinde belli belirsiz bir aksan var gibiydi. Sema elinde fön makinesi, arkasında fön makinesinin kablosunu sürükleyerek yanıma geldi. Odadaki insanlarla aramızda dar bir alan varmış gibi, yan yan yürüyordu. Önlerinden geçerken daha da korunaklı davranıp arkasına doğru hafif bir açıyla eğildi. Yanıma gelip boş eliyle koluma tutundu.
“Kimsiniz siz” diye sorabilmemi de sanırım bana dokunması sağlamıştı. Adam hiç duraksamadan “dış güçler” diye yanıtladı. Kadın “Üst Akıl, İlluminati, Tapınak Şövalyeleri, Uzaylılar, Altın Oran, da Vinci, Mevlana, İsa, Cizvitler, Cia, İsrail, Mossad, Dünyayı Yöneten Aile, Rakı İçen Kadın, Can Yücel, Tolga Savacı, Fenimizm…” dedi ve ortalama uzunlukta bir es verdikten sonra devam etti: “hepsi biziz.”
Adam elindeki not defteriyle koltuğu işaret ederek oturmamızı söyledi. Odanın içinde bir anda belirme özelliği olan bu insanlarla tartışmayı düşünmüyorduk. Sema'ya, “Ne derlerse yapalım Canım” dedim ve kolumu tuttuğu eline hafifçe yön vererek koltuğa oturmasını sağladım, sonra odadaki insanlara yakın, yanına oturdum. Fön makinesinin kablosu aramızda uzanıyordu.
“Yardımınıza ihtiyacımız var” dedi kadın. “Ortalığı karıştırmamız gerekiyor ve bunu siz olmadan yapamayız.”
Sema benden önce davranıp “Neden biz” diye sordu. Kadın hiç duraksamadan cevapladı. Cevap verme süreleri öylesine kısa sürüyordu ki sanki biz daha soruyu sormadan cevap veriyorlardı. “Yalnızca siz değilsiniz” dedi, “sizin gibi milyarlarca insan var. Biz Toplumsal Olaylara Yön Verme Masası'ndanız. Türkiye’yi biraz karıştırmamız gerekiyor.”
Yavaş yavaş sakinleşirken soru sormam da kolaylaşıyordu. “Neden” sorumun son harfini söylemeden “Biz de bilmiyoruz” dedi adam: Biz sadece planları uygular, görevlerimizi yerine getirmeye çalışırız. Her şey daha büyük ve tek bir planın parçası, ama planı biz de bilmiyoruz. Bunu sadece dünyayı kontrol eden ailenin 12 üyesi biliyor. Ama biz onların da kim olduklarını bilmiyoruz.
Kafam şaşkınlıktan patlamak üzereydi. Balkona çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Sema'nın elini biraz fazla sıkmıştım. “Acıyor” diyerek elini çekti. “Ne istiyorsunuz bizden” diye sordu.
Adam “Çok basit” dedi, “Size evden dışarıya birlikte çıktığınızda birbirinize tekrar tekrar söyleyeceğiniz anahtar kelimeler vereceğiz. Cümle kurmak zorunda bile değilsiniz. Yalnızca iki dakikada bir tekrarlamanız gereken 123 farklı kelime. Eşit dağıtmaya çalışın ama çok da şey yapmayın.”
Sema'yla birbirimize şaşkınlıkla baktık. Kadın açıklamayı devralıp devam etti: İlk başlarda biraz zorlanırsınız. O yüzden ilk günler sadece beş kelime seçin. Yavaş yavaş artırırsınız. Bir aya kalmadan bütün kelimeleri ezberlersiniz. İki ay içinde de artık yalnız yürürken bile kendi kendinize kelimeleri tekrarlamaya başlarsınız.
Açıklamadan sonra O Ses’te şarkı söyleyen adayın sesini tekrardan duymaya başlamıştım. Sanırım bu sakinleştiğim anlamına geliyordu.
Aklım şarkı söyleyen adayın sesine takılmıştı, bir yerde duymuştum ama hatırlamıyordum; yine de sordum: Ne kadar sürecek bu?
“Görevinizin bütün ayrıntıları bu kağıtlarda yazılı” diyerek cebinden iç içe katlanmış kağıtlar çıkardı. Görüntü hiç profesyonel değildi. Kağıtları alırken yüzüne biraz yadırgar bir biçimde bakmış olmalıyım. “Çanta taşımayı sevmiyorum” dedi. “Komplo Merkezi'nden veriyorlar aslında” diye de ekledi. İkisinin kıyafetinin de aynı olduğunu o sırada fark etmiştim. Merkez'den verdikleri üniformalar olmalıydı.
Sema elimdeki kağıtları alıp açtı. Birkaç tane antetli kağıt vardı. Üst sağ köşelerinde, bir üçgenin içinde “DYA” yazıyordu.
Üstteki kağıtta kullanacağımız kelimeler vardı. “Tayyip, hükümet, ekonomi, kötü, battık, bittik, biz, isyan, devrim, anarşi, açız, duş, diş fırçası” gibi kelimeler... Sema kağıtların yerini değiştirip okumaya devam etti. Bir tür çizelgeydi. Hangi gün, hangi saat aralıklarında dışarıda ve nerelerde olacağımız yazıyordu. İki buçuk aylık bir programdı, toplamda 20 ayrı iç ve dış mekan vardı. Kemeraltı, Çarşı, Nokta gibi kalabalık yerler ve birkaç restoranla AVM’nin adı vardı.
Kağıtlara bakıp “Biz bu mekanlarda oturup hesap ödeyemeyiz, bu kadar çok dışarı çıkacak kadar para kazanmıyoruz” dedim.
“Hepsi hesaplandı, hepsi düşünüldü bunların” dedi kadın. “Sen yarın yeni bir iş teklifi alacaksın, Sema Hanım da yarın zam ve terfi alacak. Karşılığında sizden tek istediğimiz vatanınızı satmanız.” Sözlerini bitirince cebinden 200 dolar çıkarıp uzattı. Büyülenmiş gibi paralara uzanırken “Al” dedi, “lazım olur.” Paraları alıp Sema'ya uzattım. Kafamı ne anlama geldiğini anlamadığım bir biçimde salladım. İçimden “Biz dışarıya çıkmayı hiç sevmeyiz ki” diye geçiriyordum.
Sema benden daha meraklı çıktı. “Ne işe yarayacak bu kelimeler” diye sordu. “Kelimeler dünyayı inşa etmenin en kısa yoludur” dedi kadın. Daha önce verdiği ile aynı sürede bir es daha verip “şaka şaka” dedi, “az önce de söylemiştik. Biz bilmeyiz, sadece yaparız.” Cümlesi bittiğinde televizyona bakıp “Aaa, bu çok iyi performans ya” dedi, “tekrarını mı veriyor bugün?”
Merakla televizyona doğru döndük. Bizim de çok sevdiğimiz bir performanstı. Kadına dönüp “Evet, tekrar” diyecektim ama ikisi de artık orada değildi. Sema'yla birbirimize baktık. Gitmişlerdi. Elimizde çizelge, kelime tablosu ve 200 dolarla kaldık. Televizyondaki kadın “Kimse Bilmez”i söylüyordu. Sema kablosunu katlayıp fön makinesini sehpanın üzerine bıraktı, O Ses izlemeye başladık.
*****
Geceyi O Ses izleyip pek konuşmadan, yeni hayatımızı düşünerek geçirdik. Vatan haini olma düşüncesi giderek hoşuma gitmeye başladı. Sema zaten etnik kimliği nedeniyle vatan haini olarak doğmuştu. Vatan haini olmasa da bu böyleydi. İçimizde derin bir huzursuzluk; hem yasadışı bir şey yapmanın hem de yeni bir hayata başlamanın huzursuzluğu vardı. Ama arkamızda Dünyayı Yöneten Aile'nin olduğunu düşündükçe rahatlıyorduk. Geceyarısını biraz geçe yattık.
*****
Akşam içtiğim şarap geceleri başucuma bir bardak suyu bir türlü koyamadığım için kalkıp su içmeme sebep olur. Salonda, masanın yanında duran sebilin yanına geldiğimde kadını sebilden su doldururken buldum. Beni gördüğünde "Pardon ya" diyerek masanın altına, sandalyelerin arasına saklandı. Kolunun bir kısmı dışarda kalmıştı. "Görüyorum ben seni" dedim. "Biliyorum, biz hep buradaydık, hadi yat, yarın erken kalkacaksın, hem akşam programın da dolu" dedi.
Bardağı doldurup yatak odasına doğru yürüdüm.
O Ses'i izliyordum, Sema banyoda saçlarını kurutuyordu. Sehpadaki şarap kadehine uzanırken bir anda onları orada gördüm. Her sağlıklı insan gibi yerimden sıçrayıp çığlık attım. Çığlığım bittiğinde fön makinesinin sustuğunu fark ettim, Sema salon kapısında elinde fön makinesi ile dikiliyordu. Ağzı şaşkınlıktan yarım açık kalmıştı. Gözlerini odadaki iki kişiden ayıramıyordu.
“Siz, siz…” diye kekeledim ve sustum. “Siz” dedim tekrardan gücümü toplamaya çalışarak, “n... ne… ne zaman girdiniz buraya?”
“Halı için geldik” dedi kadın, adamla birlikte gülümsediler ve devam etti, “şaka, biz hep buradaydık.” Sesinde belli belirsiz bir aksan var gibiydi. Sema elinde fön makinesi, arkasında fön makinesinin kablosunu sürükleyerek yanıma geldi. Odadaki insanlarla aramızda dar bir alan varmış gibi, yan yan yürüyordu. Önlerinden geçerken daha da korunaklı davranıp arkasına doğru hafif bir açıyla eğildi. Yanıma gelip boş eliyle koluma tutundu.
“Kimsiniz siz” diye sorabilmemi de sanırım bana dokunması sağlamıştı. Adam hiç duraksamadan “dış güçler” diye yanıtladı. Kadın “Üst Akıl, İlluminati, Tapınak Şövalyeleri, Uzaylılar, Altın Oran, da Vinci, Mevlana, İsa, Cizvitler, Cia, İsrail, Mossad, Dünyayı Yöneten Aile, Rakı İçen Kadın, Can Yücel, Tolga Savacı, Fenimizm…” dedi ve ortalama uzunlukta bir es verdikten sonra devam etti: “hepsi biziz.”
Adam elindeki not defteriyle koltuğu işaret ederek oturmamızı söyledi. Odanın içinde bir anda belirme özelliği olan bu insanlarla tartışmayı düşünmüyorduk. Sema'ya, “Ne derlerse yapalım Canım” dedim ve kolumu tuttuğu eline hafifçe yön vererek koltuğa oturmasını sağladım, sonra odadaki insanlara yakın, yanına oturdum. Fön makinesinin kablosu aramızda uzanıyordu.
“Yardımınıza ihtiyacımız var” dedi kadın. “Ortalığı karıştırmamız gerekiyor ve bunu siz olmadan yapamayız.”
Sema benden önce davranıp “Neden biz” diye sordu. Kadın hiç duraksamadan cevapladı. Cevap verme süreleri öylesine kısa sürüyordu ki sanki biz daha soruyu sormadan cevap veriyorlardı. “Yalnızca siz değilsiniz” dedi, “sizin gibi milyarlarca insan var. Biz Toplumsal Olaylara Yön Verme Masası'ndanız. Türkiye’yi biraz karıştırmamız gerekiyor.”
Yavaş yavaş sakinleşirken soru sormam da kolaylaşıyordu. “Neden” sorumun son harfini söylemeden “Biz de bilmiyoruz” dedi adam: Biz sadece planları uygular, görevlerimizi yerine getirmeye çalışırız. Her şey daha büyük ve tek bir planın parçası, ama planı biz de bilmiyoruz. Bunu sadece dünyayı kontrol eden ailenin 12 üyesi biliyor. Ama biz onların da kim olduklarını bilmiyoruz.
Kafam şaşkınlıktan patlamak üzereydi. Balkona çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Sema'nın elini biraz fazla sıkmıştım. “Acıyor” diyerek elini çekti. “Ne istiyorsunuz bizden” diye sordu.
Adam “Çok basit” dedi, “Size evden dışarıya birlikte çıktığınızda birbirinize tekrar tekrar söyleyeceğiniz anahtar kelimeler vereceğiz. Cümle kurmak zorunda bile değilsiniz. Yalnızca iki dakikada bir tekrarlamanız gereken 123 farklı kelime. Eşit dağıtmaya çalışın ama çok da şey yapmayın.”
Sema'yla birbirimize şaşkınlıkla baktık. Kadın açıklamayı devralıp devam etti: İlk başlarda biraz zorlanırsınız. O yüzden ilk günler sadece beş kelime seçin. Yavaş yavaş artırırsınız. Bir aya kalmadan bütün kelimeleri ezberlersiniz. İki ay içinde de artık yalnız yürürken bile kendi kendinize kelimeleri tekrarlamaya başlarsınız.
Açıklamadan sonra O Ses’te şarkı söyleyen adayın sesini tekrardan duymaya başlamıştım. Sanırım bu sakinleştiğim anlamına geliyordu.
Aklım şarkı söyleyen adayın sesine takılmıştı, bir yerde duymuştum ama hatırlamıyordum; yine de sordum: Ne kadar sürecek bu?
“Görevinizin bütün ayrıntıları bu kağıtlarda yazılı” diyerek cebinden iç içe katlanmış kağıtlar çıkardı. Görüntü hiç profesyonel değildi. Kağıtları alırken yüzüne biraz yadırgar bir biçimde bakmış olmalıyım. “Çanta taşımayı sevmiyorum” dedi. “Komplo Merkezi'nden veriyorlar aslında” diye de ekledi. İkisinin kıyafetinin de aynı olduğunu o sırada fark etmiştim. Merkez'den verdikleri üniformalar olmalıydı.
Sema elimdeki kağıtları alıp açtı. Birkaç tane antetli kağıt vardı. Üst sağ köşelerinde, bir üçgenin içinde “DYA” yazıyordu.
Üstteki kağıtta kullanacağımız kelimeler vardı. “Tayyip, hükümet, ekonomi, kötü, battık, bittik, biz, isyan, devrim, anarşi, açız, duş, diş fırçası” gibi kelimeler... Sema kağıtların yerini değiştirip okumaya devam etti. Bir tür çizelgeydi. Hangi gün, hangi saat aralıklarında dışarıda ve nerelerde olacağımız yazıyordu. İki buçuk aylık bir programdı, toplamda 20 ayrı iç ve dış mekan vardı. Kemeraltı, Çarşı, Nokta gibi kalabalık yerler ve birkaç restoranla AVM’nin adı vardı.
Kağıtlara bakıp “Biz bu mekanlarda oturup hesap ödeyemeyiz, bu kadar çok dışarı çıkacak kadar para kazanmıyoruz” dedim.
“Hepsi hesaplandı, hepsi düşünüldü bunların” dedi kadın. “Sen yarın yeni bir iş teklifi alacaksın, Sema Hanım da yarın zam ve terfi alacak. Karşılığında sizden tek istediğimiz vatanınızı satmanız.” Sözlerini bitirince cebinden 200 dolar çıkarıp uzattı. Büyülenmiş gibi paralara uzanırken “Al” dedi, “lazım olur.” Paraları alıp Sema'ya uzattım. Kafamı ne anlama geldiğini anlamadığım bir biçimde salladım. İçimden “Biz dışarıya çıkmayı hiç sevmeyiz ki” diye geçiriyordum.
Sema benden daha meraklı çıktı. “Ne işe yarayacak bu kelimeler” diye sordu. “Kelimeler dünyayı inşa etmenin en kısa yoludur” dedi kadın. Daha önce verdiği ile aynı sürede bir es daha verip “şaka şaka” dedi, “az önce de söylemiştik. Biz bilmeyiz, sadece yaparız.” Cümlesi bittiğinde televizyona bakıp “Aaa, bu çok iyi performans ya” dedi, “tekrarını mı veriyor bugün?”
Merakla televizyona doğru döndük. Bizim de çok sevdiğimiz bir performanstı. Kadına dönüp “Evet, tekrar” diyecektim ama ikisi de artık orada değildi. Sema'yla birbirimize baktık. Gitmişlerdi. Elimizde çizelge, kelime tablosu ve 200 dolarla kaldık. Televizyondaki kadın “Kimse Bilmez”i söylüyordu. Sema kablosunu katlayıp fön makinesini sehpanın üzerine bıraktı, O Ses izlemeye başladık.
*****
Geceyi O Ses izleyip pek konuşmadan, yeni hayatımızı düşünerek geçirdik. Vatan haini olma düşüncesi giderek hoşuma gitmeye başladı. Sema zaten etnik kimliği nedeniyle vatan haini olarak doğmuştu. Vatan haini olmasa da bu böyleydi. İçimizde derin bir huzursuzluk; hem yasadışı bir şey yapmanın hem de yeni bir hayata başlamanın huzursuzluğu vardı. Ama arkamızda Dünyayı Yöneten Aile'nin olduğunu düşündükçe rahatlıyorduk. Geceyarısını biraz geçe yattık.
*****
Akşam içtiğim şarap geceleri başucuma bir bardak suyu bir türlü koyamadığım için kalkıp su içmeme sebep olur. Salonda, masanın yanında duran sebilin yanına geldiğimde kadını sebilden su doldururken buldum. Beni gördüğünde "Pardon ya" diyerek masanın altına, sandalyelerin arasına saklandı. Kolunun bir kısmı dışarda kalmıştı. "Görüyorum ben seni" dedim. "Biliyorum, biz hep buradaydık, hadi yat, yarın erken kalkacaksın, hem akşam programın da dolu" dedi.
Bardağı doldurup yatak odasına doğru yürüdüm.
Yorumlar