bundan on üç sene evvel, bodrum'da turizmci olmaya çalışıyorum ama acayip de başarısızım. hem çalıştığım otelde çok başarısızım, hem de iş bittikten sonra gidip öyle bir içiyorum ki, sabah otele ölüm dönüyor. iş kafasında değilim, başka kafalardayım hep. hangisi hangisinin sebebi emin değilim. elveda las vegas mıydı neydi o filmin adı, kadının sonunda adama, ölmeden hemen önce otuz bir çektirdiği o film işte. filmin en başarılı yanı nicolas bey'in alkol terlemesi olan film. güzel terleyen bu alkolik adam şey diyordu, "çok içtiğim için mi karım beni terk etti, karım beni terk ettiği için mi çok içiyorum bilmiyorum", ona benzer bir hikaye. oysa alkoliklerin nedenleri olmadığını artık biliyoruz. ben işte orhan pamuk'un kar'ını bu zamanlarda, çok içtiğim zamanlarda okudum. çalıştığım otelin lojmanının kötü kokan odalarında dört kişi kalırken, ben üst ranzada kitap okur, elemanlar alt ranzada kova yaparken, akşam oldu mu lojmanın odalarından daha güzel olan boş havuzlu bahçede, lojmanın karşısındaki, torba'nın en serin yeri, bol ağaçlı mezarlıkta falan okudum. o zamanlar orhan pamuk'u allah gibi sevdiğim zamanlar. orhan pamuk yüzünden; kara kitap, sessiz ev, yeni hayat falan filan, yazar olmak istiyorum. kitap şu cümlelerle bitiyor:
"....fazıl'a dönüp bir gün kars ta geçen bir roman yazarsam okura ne demek isteyeceğini sordum.
"hiçbir şey," dedi kararlılıkla.
kederlendiğimi görünce zayıf davrandı, "bir şey var aklımda ama beğenmezsiniz..." dedi. "beni kars ta geçen bir romana koyarsanız, benim hakkımda, bizler hakkında söylediklerinize okurun hiç inanmamasını söylemek isterdim onlara. kimse uzaktan bizi anlayamaz."
"kimse de öyle bir romana inanmaz zaten."
"hayır inanırlar," dedi heyecanla. "kendilerini akıllı, üstün ve insancıl görmek için bizim gülünç ve sevimli olduğumuza, bu halimizle bizi anlayıp bize sevgi duyabildiklerine inanmak isteyeceklerdir. ama benim bu sözlerimi koyarsanız akıllarında bir şüphe kalır."
"oturdum, kar taneleri arasından gözüken kenar mahallelerdeki son evlerin turuncumsu ışıklarına, televizyon seyredilen kırık dökük odalara, karla kaplı damlardaki düşük bacalardan tüten ince, titrek ve narin dumanlara bakıp ağlamaya başladım."
ben bu satırları okudum, sonuna geldim, harbiden de oturdum ağladım kitaptaki ka'nın yaptığı gibi. sonra aradan birkaç yıl geçti; turizm elimde patladı, canki oldum çıktım, yapacak ve içecek bir şey kalmayınca da askere gittim. yanınızda, son anlarınızda size otuz bir çektirecek bir elisabeth shue yoksa paşa paşa askere gidiyorsunuz ama paşa paşa gitmenize aldırmadıkları için basit bir er yapıyorlar sizi. on beş ay.
gittiğimde yaz başıydı, sonra bahar geldi, sonra bir daha yaz geldi, askerlik bir şekilde geçti, sonlarına yaklaştı, o son günlerde aylak aylak daha rahat dolaşabiliyorsunuz; subaylar, astsubaylar izinde, koridorlar boş, ben de aylak aylak dolaşıyorum. böyle dolaşırken "santral odasına gideyim" bir dedim, "geyik vardır orada, ismail vardır, ibrahim vardır". girdim odaya, kapıyı kapattım, arkamı döndüm, masanın üzerinde kar duruyor. önce bir "ne oluyor lan" dedim, sonra o kısa şaşkınlığın üstüne "oğlum bunun bir son cümlesi vardı, okuyayım bir onu rahatlayayım". kitabı ters çevirip son sayfayı açtım, kitabı daha önce okuyan biri, son cümlenin sonuna, mavi tükenmez kalemle bir ok çizmiş, sağ alt köşeye doğru, titrek ve narin bir ok, okun ucunda da şey yazıyor, "ben de ağladım".
ben orada ne kadar öyle o oka, o "ben de ağladım"a baktım kaldım hiç bilmiyorum. görüntü aklımda mıhlanıp kalmış. hala da yazar falan olamadım bu arada. ibneler basmadılar kitabı. gerçi sonra gittik kızla üç tane bastırdık kendimize, arkadaşlarla falan okuyoruz arada.
her zaman söylerim, daha sonra arthur schopenhauer de benden çalıp söyledi, o daha ünlü olduğu için onun sayıldı tabii cümle; insan hayatı, bir tür şaka olmalı.
her zaman söylerim, daha sonra arthur schopenhauer de benden çalıp söyledi, o daha ünlü olduğu için onun sayıldı tabii cümle; insan hayatı, bir tür şaka olmalı.
neden blog yazıyorum ben şimdi durup dururken diye sorsalardı ya da, böyle bir cevap verebilirdim.
Yorumlar