zaman zaman radyoda bir istasyon ararken birden arada bir yerde onun sesini duyacağım diye tedirgin oluyorum.
(flashback'ini yaşar ve geri gelip anlatmaya devam eder)
1999'da marmaris içmeler'de, köyiçi'nde yaşarken, dandik bir radyo yüzünden dinlemek zorunda kalırdım füsun'u. radyo sadece süper fm ve trt fm'i çekerdi. bütün gün trt fm sunucularının dingin seslerini ve düzgün türkçelerini dinlemekten beynim bulanınca, -okulda trt fm konseptinde konuşmaya başladığımı yakalayınca- süper fm açıp serdar ortaç terapisi yapar da kendime gelirdim. işte o sıralar tanıştım gönül dostu füsun'la. gönül dostu füsun'dan tüm gönül dostlarına giden şarkıları dinledim. kıştı. yağmur yağardı. elimde kahve pencereden dışarıya bakarken ve yağmur yağarken kendimi mutlu bir homo gibi hissetmeye çalışırdım; ama ne mutluydum, ne de homoydum. bu iki şans da doğarken alınmıştı elimden. belki de daha önce...
ne diyordum. evet, füsun. yatakta nasıl olduğunu, hangi pozisyonu sevdiğini düşünürdüm. bazı günler füsun'un sesiyle uyur, yine o'nun sesiyle uyanırdım. ufak ufak füsun'la birlikte yaşamaya başlamıştım. bazan düşünürüm, o kış füsun olmasaydı belki de hayatım şu anda bambaşka bir yerde ve bambaşka bir zamanda geçiyor olurdu.
geçtiğimiz yıl, yine radyoda sevdiğim bir şarkıyı ararken rastladım füsun'a. sanki eski bir dostla karşılaşmış gibiydim. aradan geçen sekiz yıl ne füsun'un sesinde ne de cingılında bir değişiklik yapabilmişti. füsun kaya gibiydi. zamanın önünde değişmeden direniyordu. aynı insanlarla aynı cingıl eşliğinde konuşmaya devam ediyordu. sanki füsun o zamana sıkışmış, orada kalmış ve sonsuz bir yayın yapmaya mahkum olmuştu. gönül dostlarıyla birlikte başka bir uzamda birlikteydiler. yaşlanmıyor, değişmiyor, "heraklitos, götümüzü ye." diyorlardı. belki ben de uzay zaman sürekliliğinde meydana gelen bir kırılmayla onların zamanına geçmiştim ya da radyom bana bu oyunu kendisi oynuyordu: içmelerde blue star apart'taydım. yağmur yağıyordu. sonsuza kadar burada kalacaktım. ben, füsun ve tüm gönül dostlarının kurduğu gizli bir tarikattık. birbirimizi seviyorduk. birbirimizi anlıyorduk. birbirimizi tanıyorduk. biz bir aileydik. biz güzel bir aileydik. bizler gönül dostlarıydık.
sonra...
sonra oturdum, akıp gitmiş zamana, elimden düşürdüğüm tüm o kırık dökük sevgilere ve kaybettiğim masumiyetime ağladım...
sonra müslüm gürses söyleme başladı. "nassııl başlamıştıııı, bak nasıl bittiiiiğğğ?"
(flashback'ini yaşar ve geri gelip anlatmaya devam eder)
1999'da marmaris içmeler'de, köyiçi'nde yaşarken, dandik bir radyo yüzünden dinlemek zorunda kalırdım füsun'u. radyo sadece süper fm ve trt fm'i çekerdi. bütün gün trt fm sunucularının dingin seslerini ve düzgün türkçelerini dinlemekten beynim bulanınca, -okulda trt fm konseptinde konuşmaya başladığımı yakalayınca- süper fm açıp serdar ortaç terapisi yapar da kendime gelirdim. işte o sıralar tanıştım gönül dostu füsun'la. gönül dostu füsun'dan tüm gönül dostlarına giden şarkıları dinledim. kıştı. yağmur yağardı. elimde kahve pencereden dışarıya bakarken ve yağmur yağarken kendimi mutlu bir homo gibi hissetmeye çalışırdım; ama ne mutluydum, ne de homoydum. bu iki şans da doğarken alınmıştı elimden. belki de daha önce...
ne diyordum. evet, füsun. yatakta nasıl olduğunu, hangi pozisyonu sevdiğini düşünürdüm. bazı günler füsun'un sesiyle uyur, yine o'nun sesiyle uyanırdım. ufak ufak füsun'la birlikte yaşamaya başlamıştım. bazan düşünürüm, o kış füsun olmasaydı belki de hayatım şu anda bambaşka bir yerde ve bambaşka bir zamanda geçiyor olurdu.
geçtiğimiz yıl, yine radyoda sevdiğim bir şarkıyı ararken rastladım füsun'a. sanki eski bir dostla karşılaşmış gibiydim. aradan geçen sekiz yıl ne füsun'un sesinde ne de cingılında bir değişiklik yapabilmişti. füsun kaya gibiydi. zamanın önünde değişmeden direniyordu. aynı insanlarla aynı cingıl eşliğinde konuşmaya devam ediyordu. sanki füsun o zamana sıkışmış, orada kalmış ve sonsuz bir yayın yapmaya mahkum olmuştu. gönül dostlarıyla birlikte başka bir uzamda birlikteydiler. yaşlanmıyor, değişmiyor, "heraklitos, götümüzü ye." diyorlardı. belki ben de uzay zaman sürekliliğinde meydana gelen bir kırılmayla onların zamanına geçmiştim ya da radyom bana bu oyunu kendisi oynuyordu: içmelerde blue star apart'taydım. yağmur yağıyordu. sonsuza kadar burada kalacaktım. ben, füsun ve tüm gönül dostlarının kurduğu gizli bir tarikattık. birbirimizi seviyorduk. birbirimizi anlıyorduk. birbirimizi tanıyorduk. biz bir aileydik. biz güzel bir aileydik. bizler gönül dostlarıydık.
sonra...
sonra oturdum, akıp gitmiş zamana, elimden düşürdüğüm tüm o kırık dökük sevgilere ve kaybettiğim masumiyetime ağladım...
sonra müslüm gürses söyleme başladı. "nassııl başlamıştıııı, bak nasıl bittiiiiğğğ?"