Ana içeriğe atla

bir yürüyen merdivene doğru

yer demir gök bakır
west indies, kızıl elma, itaki, maçin!
uzun yoldan gelmedin;
insansın insanlar arasında.

gülümseyin, çekiyorum.

yalan devrimler vadettin, doğru.
yalan ne ayakları yunduğun,
sana da yalan devrimler vaadettiler, doğru.
şehitler ölür, vatanlar bölünür, ezanlar susar, bayraklar iner, sınırlar silinir,
sorun değil bu.

- peki elindeki o şahane doğruyla ne yapacaksın şimdi?
- yeni bir yalan bulacağım canım,
çok mu zor bunu hiç sormamak şimdi?

gülümseyin, çekiyorum.

insan 35 yaşından biraz önce biraz liberalleşebiliyor,
açıklanabilir bir şey bu,
gençleri anlamak, siyaseti anlamak, insanların bunadığına tanık olmak,
sevdiğin insanların değiştiğini görmek,
şener şen'in saçmaladığına yetişmek,
kutluğ ataman'ın 2013 haziran'ında ölümüne üzülmek.

oysa idealizmin kısa tanımıdır; insan sevdiğini değiştirmez,
bu yüzden sevmemeliyiz halkı.

gülümseyin, çekiyorum.

bitti mi, yok mu yol, mobius şeridi üzgün,
labirentinin üstünü kapattılar, üzerine kürek kürek toprak attılar;
bir bağırsağa doğru itiliyoruz, bir dipsiz kuyunun dibine, karanlığa,
bir yürüyen merdivene doğru itiliyoruz,
hiçbir yere gitmiyor bindiğin metro:
kabul et: ağzına sıçtılar senin,
tekrar et: üzerinden geçtiler senin,
yirmisinde bukowski,
yirmibeşinde asker,
otuzunda evli.
(bi daha hiç bir zaman öyle olmuyor)

sevin;
en azından polis değilsin.
sevin;
en azından tanrı’ya inanmıyorsun,
islamcı şair de olabilirdin,
hakan arslanbenzer'in seni sevme ihtimalini düşün,
bir şeydir bu.

gülümseyin, çekiyorum.

PoP

kalp krizi belirtileri ve kısa açıklamaları

toz ve kilittaşlar arasında, ormana uzak ışıklar altında otobanlarda hayvan leşleri, devlet dairelerinde çürümüşlük ve uyuşma salyangozları rengarenk boyadım, artık hepimiz daha da perişanız. "kalp krizinin neden olduğu göğüs ağrısı bıçak gibi giren bir ağrıya benzetilebilir. sanki göğsün ortası sıkılıyor ya da üzerine baskı uygulanıyor gibi hissedebilirsiniz. bu ağrı 3-4 dakika sürebilir, ara ara geçip tekrar geri gelebilir. göğsünüze bir gece yaşlı bir öküz oturabilir." sabahları yılgınlık belirliyor ve otobüslere tutunmuş milyonlarca el arasında tırnaklarından fışkırıyor ne iş yapmadığın bu da birleştiremiyor bizi gözünde çapaklarla uyanıp evden fırladığın bir sabah yaklaşmakta olduğun mesai oyalarken günlerini adımlarınla katıldığın medeniyetler tarihi kaldırımlarda açtığın belli belirsiz çiçek yüzünün gezegende açtığı uykulu yara kendin için hiç düşünmediğin şeyler gelip duruyor kapına atak, kaygı, bir miktar bulanma kira, aidat, sgk ke

dua

-epidermisten evrene yayılan küçük deri parçalarını düşün gövdenden parçalanıp ufalanarak dünyaya karışan tozdur o yıldız tozu, insan tozu, canlı ve ölü toz hiçbir fark yok aralarında yeterince temele indiğinde her şey cansızdır- her hafta en baştan tekrarlanan bir pazartesi olarak yeryüzüne neredeyse dik bir açıyla halısahalardan, ıstakalardan, erkek kokulu oyun salonlarından uzakta yaşamış bir hayvan olarak hayaller, olmayacak projeler ve her daim kolpa bir doğaya yerleşme düşüncesiyle bazan sokaklara, kaldırımlara, taşıtlara ve bankalara düşman bir tavırla bazan bir markayı ayaklarıma denerken bazan yüzündeki ıslak maskeyi ve gözyaşarmış gözlerini daha çok severek, -dua eder gibi, çok kullanılmış dudaklarımı küfredip ışık hızının bir oyunu yüzünden bir saniyenin birkaç milyonda biri boyunca gözlerinin geçmişinden öpüyorum- rutubet ve kömür kokulu gecekondularda cigara kovalamayı özleyerek uzun süredir görüşmediğim bir dostun içimde bıraktığı tedirginlik ama özle

Dış Güçler: Bir Pazar Akşamı Rastladım Size

Dünyanın bütün pazarları birbirine benziyor. Tanrı haftanın günlerini yaratırken tek bir pazar yaratmış ve onu bir kere kopyalayıp sonsuz kere yapıştırmış gibi. Ama o pazar hayatımda yaşadığım tek ve bu yüzden en farklı pazardı. O Ses'i izliyordum, Özden banyoda saçlarını kurutuyordu. Sehpadaki şarap kadehine uzanırken bir anda onları orada gördüm. Her sağlıklı insan gibi yerimden sıçrayıp çığlık attım. Çığlığım bittiğinde fön makinesinin sustuğunu fark ettim, Özden salon kapısında elinde fön makinesi ile dikiliyordu. Ağzı şaşkınlıktan yarım açık kalmıştı. Gözlerini odadaki iki kişiden ayıramıyordu. “Siz, siz…” diye kekeledim ve sustum. “Siz” dedim tekrardan gücümü toplamaya çalışarak, “ne, ne… ne zaman girdiniz içeriye?” “Halı için geldik” dedi kadın, adamla birlikte gülümsediler ve devam etti, “şaka, biz hep buradaydık.” Sesinde belli belirsiz bir aksan var gibiydi. Özden elinde fön makinesi, arkasında fön makinesinin kablosunu sürükleyerek yanıma geldi. Odadaki insa