karanlıktan yaratılmış arkadaşım samet'le sarı boyalı eski borsa binasının önünden geçiyoruz. ikimizin de kafası iyi. borsa binası sahil yolunun basmane'ye doğru döndüğü köşede bir dekor gibi duruyor. geçen yüz yılın başından kalma binanın bin dokuz yüz seksen dört yılında açılmış bir zaman kapısından geçip sahil yolunun basmane'ye döndüğü köşede bir dekor gibi durmasının sebebi eski ya da sarı olması değil. birkaç sebep var. ikinci sebep eski sarı binanın kemerli pencerelerinin üzerinde asılı duran elektronik tabela. bu üçüncü sebep de olabilir; hikaye yazılırken numaralandırmada bir karışıklık olmuş olabilir, bu önemli değil. önemli olan elektronik devrelerden gelen ve soldan sağa doğru akan yazıların kuru üzüm taban fiyatlarını gösteriyor olması. üstelik ördeklerin kuru üzüm taban fiyatlarına olan etkisinin parametreler arasında olup olmadığını da bilmiyoruz.
samet'le birbirimize bakıp ürperiyoruz. samet'in gece kadar karanlık kafası geceyi daha da karanlık yapıyor ve o kafa iyi olduğunda on iyi kafa gücünde oluyor. ürperdiğindeyse hiçbir şey olmuyor. bu duruma, samet'e belli etmeden seviniyorum. belli etmeden sevindiğim zamanlarda on içten pazarlıklı gücünde oluyorum, kimse fark etmiyor. samet ansızın şehrin tüm camlarında, sokaklarında, çocuklarında, gürültücü ölülerinde, sessiz okul bahçelerinde yankılanan, lovecraft'ın başka dünya iblisleriyle dolu dipsiz çukurlarında doğmuş çığlıklara benzeyen bir fren sesi yaratarak duruyor. önce burnum ve ardından tüm suratımla ön cama çarpıyorum. suratım kaza testinin suçsuz mankenlerinin suratları gibi eziliyor. daha sonra camdan oturduğum yere geri tepiyorum. burnum kanıyor, samet sabit. o eylemsizlik yasasına tabi olmayan ender insanlardan. bu yüzden hayat sigortası yaptıramıyor olsa da bunu dert etmiyor. ben tam samet'in dert etmediği şeyleri saymaya hazırlanırken, arabanın önüne önce bir motor, hemen ardından da kasklı bir adam düşüyor. ilk aklıma gelen eylemsizlik yasasına tabi olduğu. ama ben sağlık sigortası olup olmadığını düşünürken samet tam on ölü gücünde kayıtsız, katatonik katatonik duruyor.
kasklı adam ön kaputa çarpıp yere düşüyor. adama ne olduğuna bakmak için kapıyı açıp dışarı çıkmam gerektiğini düşünüyorum. kapının kolunu ararken araba şiddetle sarsılıp kasklı adamın üzerinden geçiyor. bunun sebebi, kasklı adam motoruyla bize çarpmadan önce motorun arkasından gelen arabanın, şimdi bize çarpmış olması. artık kasklı adama ne olduğunu merak etmeme gerek kalmıyor. bu andan sonra sağlık sigortası olması kendisi de dahil kimseyi ilgilendirmiyor. samet hala sabit. hipnotize olmuş gibi soldan sağa akıp giden kuru üzüm taban fiyatlarına bakıyor. araba sarsılmaya, caddede çarpma sesleri duyulmaya devam ediyor. sonsuza doğru uzanan bir zincirleme kazanın ilk arabası olduğumuzu kavrıyorum.
samet'in karanlığına doğru seslenme düşüncesini bir anlığına aklımdan geçirip orada bırakıyorum. ben buna karar verdiğim anda samet arabadan inip tabelaya doğru yürümeye başlıyor. kaza insanları kazayı bırakmış samet'in yürürken oluşturduğu karanlık ize bakıyorlar. bedensiz gölgelere alışık olmadıklarını hatırlıyorum. asıl hikayenin o andan sonra başladığını ve o anda da bittiğini anlıyorum.
samet borsa binasının kapısının altında duruyor. önce led tabelanın devrelerinden geçip gelen kırmızı ışıklar samet'e doğru çekilmeye başlıyorlar. sonra sırayla sokak lambaları, vitrin ışıkları, kaza yüzünden yolda durmuş arabaların saldırgan farları samet'e doğru bükülüyorlar. samet, borsa binasının önünde bir girdabın merkezi gibi duruyor. o'nun zifiri karanlık kafasının neden öyle olduğunu ve neden olduğunu anlıyorum. bunu anladığım anda da hikayenin bittiğini ve onu artık kimseye anlatamayacağımı anlayıp samet'in karanlığına doğru çekiliyorum. samet'in karanlığına doğru çekilirken yok oluyor olduğumun bilinciyle dolmaktan tuhaf bir huzur duyduğumu fark ediyorum. siyah girdabın merkezine doğru çekilirken aklımda o garip cümle benimle birlikte dönüp duruyor:
"ben ayrılıyorum, hadi siz de yavaş yavaş dağılın artık."
üç aşağı, beş yukarı, 2009 civarları, helolalora blog
samet'le birbirimize bakıp ürperiyoruz. samet'in gece kadar karanlık kafası geceyi daha da karanlık yapıyor ve o kafa iyi olduğunda on iyi kafa gücünde oluyor. ürperdiğindeyse hiçbir şey olmuyor. bu duruma, samet'e belli etmeden seviniyorum. belli etmeden sevindiğim zamanlarda on içten pazarlıklı gücünde oluyorum, kimse fark etmiyor. samet ansızın şehrin tüm camlarında, sokaklarında, çocuklarında, gürültücü ölülerinde, sessiz okul bahçelerinde yankılanan, lovecraft'ın başka dünya iblisleriyle dolu dipsiz çukurlarında doğmuş çığlıklara benzeyen bir fren sesi yaratarak duruyor. önce burnum ve ardından tüm suratımla ön cama çarpıyorum. suratım kaza testinin suçsuz mankenlerinin suratları gibi eziliyor. daha sonra camdan oturduğum yere geri tepiyorum. burnum kanıyor, samet sabit. o eylemsizlik yasasına tabi olmayan ender insanlardan. bu yüzden hayat sigortası yaptıramıyor olsa da bunu dert etmiyor. ben tam samet'in dert etmediği şeyleri saymaya hazırlanırken, arabanın önüne önce bir motor, hemen ardından da kasklı bir adam düşüyor. ilk aklıma gelen eylemsizlik yasasına tabi olduğu. ama ben sağlık sigortası olup olmadığını düşünürken samet tam on ölü gücünde kayıtsız, katatonik katatonik duruyor.
kasklı adam ön kaputa çarpıp yere düşüyor. adama ne olduğuna bakmak için kapıyı açıp dışarı çıkmam gerektiğini düşünüyorum. kapının kolunu ararken araba şiddetle sarsılıp kasklı adamın üzerinden geçiyor. bunun sebebi, kasklı adam motoruyla bize çarpmadan önce motorun arkasından gelen arabanın, şimdi bize çarpmış olması. artık kasklı adama ne olduğunu merak etmeme gerek kalmıyor. bu andan sonra sağlık sigortası olması kendisi de dahil kimseyi ilgilendirmiyor. samet hala sabit. hipnotize olmuş gibi soldan sağa akıp giden kuru üzüm taban fiyatlarına bakıyor. araba sarsılmaya, caddede çarpma sesleri duyulmaya devam ediyor. sonsuza doğru uzanan bir zincirleme kazanın ilk arabası olduğumuzu kavrıyorum.
samet'in karanlığına doğru seslenme düşüncesini bir anlığına aklımdan geçirip orada bırakıyorum. ben buna karar verdiğim anda samet arabadan inip tabelaya doğru yürümeye başlıyor. kaza insanları kazayı bırakmış samet'in yürürken oluşturduğu karanlık ize bakıyorlar. bedensiz gölgelere alışık olmadıklarını hatırlıyorum. asıl hikayenin o andan sonra başladığını ve o anda da bittiğini anlıyorum.
samet borsa binasının kapısının altında duruyor. önce led tabelanın devrelerinden geçip gelen kırmızı ışıklar samet'e doğru çekilmeye başlıyorlar. sonra sırayla sokak lambaları, vitrin ışıkları, kaza yüzünden yolda durmuş arabaların saldırgan farları samet'e doğru bükülüyorlar. samet, borsa binasının önünde bir girdabın merkezi gibi duruyor. o'nun zifiri karanlık kafasının neden öyle olduğunu ve neden olduğunu anlıyorum. bunu anladığım anda da hikayenin bittiğini ve onu artık kimseye anlatamayacağımı anlayıp samet'in karanlığına doğru çekiliyorum. samet'in karanlığına doğru çekilirken yok oluyor olduğumun bilinciyle dolmaktan tuhaf bir huzur duyduğumu fark ediyorum. siyah girdabın merkezine doğru çekilirken aklımda o garip cümle benimle birlikte dönüp duruyor:
"ben ayrılıyorum, hadi siz de yavaş yavaş dağılın artık."
üç aşağı, beş yukarı, 2009 civarları, helolalora blog