bizler baştan kaybedilmiş bir ölümsüzlük ve sürekli bir hayatta kalma savaşının sivilleriyiz.
mücadelesini verdiğimiz yaşam ve geri kalan her şey yenilgiye mahkum. yalnızca fizik yasaları gereği olarak da bu böyle. yalnızca insan ürünü olan şeylerin değil, bilebildiğimiz evrenin kendisinin bile ölüme yazgılı olduğu bir savaşın içindeyiz. en başta savaş meydanının kaybedileceği bir savaşın sivilleri. bu sebeple, şiir de kaybetmeye mahkum, ölmeye, yok olmaya yazgılı.
1. şiirin bir sürü sebebi olabilir. geleneksel dilin anlatmaya yetmemesi, ün isteği,
yalnızca içten gelen bir dürtü, dünyayı değiştirme arzusu. bana en mantıklı gelen sebep ise,
mesela yalnızca mümkün olduğu için var olması şiirin. gündelikliğin yetersiz dilinden bile bahsetmek istemiyorum. gün içindeki spontane konuşmalarımızı kaydetseydik dili nasıl da kırdığımızı, cümleleri nasıl da yarım bırakıp başka cümlelere geçtiğimizi ya da geçmeye bile gerek görmediğimizi anlayabilirdik. medeniyet vardır ve yalnızca mümkün olduğu için vardır. sebepler ve sonuçlar yorumun uçsuz bucaksız denizinde sonsuza kadar çoğaltılabilir. insan hep daha hızlı gitmek ister, daha çok ister çünkü bu mümkündür. hepsi bu.
2. şiir bir anlatma türü olabilir ama asla bir anlatabilme yolu değil. zaten pratik bir yol da değil çünkü dünyada vakit geçiren her birey şiirin anlattığını ya da anlatmadığını sezebilecek aygıtlardan yoksun. bu hem özcülük hem de yetiştirme yöntemleri nedeniyle böyle. çevresinde estetik algısını, imgesel algısını geliştirebilecek insanlardan ve eserlerden yoksun kişinin çok fazla şansı yok. sıkı bir şiirin uyarıcılara çok benzeyen kafasını yaşaması mümkün değil. imgeyi algılayamıyor. yere düşen unun sessizliği hiçbir şey ifade etmiyor onun için. yaşantısının şiirle ve fotoğrafla ilgili bölümlerinde bir çölleşme oluşmuş ve bundan kurtuluşu da yok.
yalnızca bu sebepten bile şiir yalnızca bir anlatma denemesi ve her seferinde de başarısız olmak zorunda. anlatma bir yerinde hep yarım, eksik kalmalı. şiir ancak ne kadar iyi anlatamadığına göre değerlendirilebilir. bu anlamda bir anlatma türü olmasına karşın bir anlatamama sanatı. hakikati, zamanın ruhunu, bir akşamın geçici güzelliğini, bir insanı sevmenin neden imkansız olduğunu, şiddetin doğanın kurucu öğesi olduğunu, insanın içinde olanları ve bunların dıştaki sonuçlarını anlatamamaktan doğan şiir de bir olanak ama asla başarılı olamayacak bir olanak. ancak hiçbir cümlenin açıklayamayacağı sınıra gelindiğinde şiirin sezdiren dilinden başka bir şey kalmayacak. gerçek anlatılamaz, yalnızca sezdirilebilir çünkü.
inanılmaz büyük bir azınlığa ulaşabildiği böylesine bir dünyada şiiri gözden çıkarmaya bile gerek yok. şiir en fazla bir şeyleri bekleyen bir tehdit olabilir. bin yıllık bekçiliğinde sabırla bilmecesini sormayı bekleyen bir sfenks belki. o kadar. tehdit olacağı zamanları bekleyen uykulu bir canavar. kan kokusu gördüğünde, ölüm yaklaştığında yine ortaya çıkacak belki.
egon friedell'in romantik ve coşkulu tarihine inanmayı kabul ettiğimizde, solon sayesinde toplulukların kaderini değiştirmiş olan şiir, şimdi de marşlar yoluyla, bireyleri ulus olduklarına inandırabiliyor. yani şiirin halen kullanıldığı alanlar var ve bunlar elbette kötülükle dolu alanlar.
insanların kendilerini gerçekleştirebilme yolunda, en azından ekonomik ve kendisini hazırlayabilecek somut seçeneklere karşı, spor, sağlık, okuma, vs. gibi eşit olabildikleri bir dünya ve insanlık durumunun, gerçek eşitliği ve adaleti sağlayacağına inanıyorum. ama bana kalırsa tartışmamız gereken şeyler bunlar değil, baudrillardvari her şeyin yokluğu türünden bir felsefeyi tartışmak daha yerinde olacaktır. asıl konumuzdan ne kadar uzaklaşırsak işimizi yapmayı da o kadar erteleyebiliriz çünkü. dünya yok mu oluyor? o zaman şiirin ne işe yaradığını tartışmak çok yerinde olacaktır.
şiir kendi son anına kadar devam edecek. savaşmayacak. savaşacak enerjisi artık yok. yalnızca son nefesini verecek. aynı insan gibi. sosyoloji ve psikolojiden bağımsız olarak, yalnızca fiziksel nedenlerle bile bir gün yok olacak. hatta dinlere göre bile bir gün yok olacak. hepimizin ortak fikirde olduğu mucizevi bir an bu. ancak mucizelerin öldürülmeden unutulduğu bir zamandan bir an.
şiirin şifreli ama bir o kadar da açık dilini kavrayabilen son insan da son nefesini bir şiirin sonu gibi verdiğinde, şiir de bitecek. geriye yalnızca evrenin insan bakışından yoksun kendi şiiri kalacak. doğa, yani saf şiir. aletten ve eşyadan ve logostan kurtulmuş vahşi, kendi halinde, pastoral bir senfoni.
ancak bu gerçekleşene kadar, şiir bir işe yarayabilecek mi? işte estet şairlerin kalp krizi geçirip ölmesine neden olacak soru da tam olarak bu.
şiirin içinde bulunduğu durum gerçekten acıklı. türkiye'de sadece şairlerin şiir okumaya devam ettiğini söylemek bile çok abartılı değil. birbirlerine okuyan zavallı şairler korosu. ama bir noktadan bakıldığında, kapitalizm, sizden yararlanmaktan vazgeçmek için yararsız olmanızı umursamaz, bu durumda o sizi kullanabileceği bir biçime mutlaka sokar. şimdi de yapıyor zaten. işe yaramaz şiirlerin paraya çevrilebildiğini, iyi şiirinse peş para etmediğini biliyoruz. tabii ölü ya da çok yaşlı değilseniz.
kapitalizmin sizden yararlanmak istememesinin nedenleri olabilir. şiir güçlendiğinde akıl dışı yükselir, hayaller yükselir, dünyaya viran bir bahçe olarak inanan romantizm yükselir, romantizmin yükselmesi bir devrim ihtimalini yükseltir. romantik insanlar ölmekten çekinmezler çünkü. şiir size dünyayı anlatır. size dünyayı anlatan şair her türden iktidara karşı fikirler barındırıyorsa zihninde, şiirlerinde de bundan kurtulması mümkün olmayacaktır.
faşizme gönül veren şair ise enis batur'un dediği gibi tarihsel hatasıyla baş başa kalacaktır. okunacak, ama asla affedilmeyecektir.
şiir işe yaramaz değildir, şiir tehlikelidir. nasıl ki zihnimizin konuşma organı dilden başka bir şeyimiz yoksa, tüm dinlerin de önce söz, sonra kılıçla yerlerini sağlamlaştırdıklarını görürüz. sözde tanrı bizimle dil yoluyla iletişim kurar. her şey önce dilde kurulur. şiir de gücünü buradan alır. işe yaramaz olduğu, aylak olduğu ve bu yüzden de dünyayı anlatmaya zamanı olduğu için tehlikeli.