Ana içeriğe atla

umudu öldür, yalancı peygamberi öldür


Şu zamanda bir peygamber kolay yetişmiyor aslında. Herkes inanacak bir şeyler ararken, artık şiir diye bir şeyin olmadığını, bir zamanlar birkaç deneme yapıldıktan sonra bunun imkânsızlığının farkına varıldığını, o zamandan bu yana yapılanın da o şiire bir ulaşma çabası olduğunu, ya da en azından bir şeylere şiir diyebileceksek bile bunun yalnızca yolda olmakla ilgili olduğunu ve asla bir yere varılamayacağını anlamalıyız. Suyun ıslak olması, gökyüzünün bazı zamanlarda mavi, bazı zamanlarda kırmızı olması ve bunun da güneş ve dünyayı saran uçucu katmanlarla ilgili olması gibi. Bakkallar bu bilgi ve güneş ışığında yine de var kalmaya devam ediyorlar, en azından bir dahaki daha organize, üzerinde daha çok düşünülmüş bir kapitalizm saldırısına dek var kalma şansları var. Dünya elbet bir gün devasa ve tek bir avm’ye dönüşecektir. Ama şimdilik taşrada, ücrada henüz otomobil saldırısına uğramamış birkaç sokak efsanesinden bahsediliyor. Ne dünya o sokakları, ne de o sokaklar başka dünyaları biliyor. Böyle olunca da sokak sakinleri bir başkasının hayatını yaşamakla ilgilenmiyor. Sıcak iklimlerde birkaç bakır ustası daha yaşadığını biliyoruz. İki bakır ustasının foto-kapan yöntemiyle görüntülendiği biliniyor ama görüntüler devlet gizli arşivinde saklandığı için şu anda ulaşmak zor. Güneydoğu Anadolu’da eyer yapan ustaların akşamları eve hala ekmek götürebildikleri de bilgimiz arasında, sağ olsun arkadaşlar sahada çalışmaya devam ediyorlar. Daha şanslı olanları ölmek üzere olan, yani can çekişen bazı zanaat ve meslek kolları yerine daha şiirsel olan savaşlarda yer alıyorlar. Hepsi de eski savaşların, şu insanların bir meydanda toplanıp birbirlerini balta kılıç gürz ve başka savaş aletleriyle öldürdükleri savaşların daha şiirsel olduğu konusunda hemfikirler. Fikirlerin kendileri de bu konuda hemfikirler. “Eski savaşlar daha iyiydi, nerede o eski savaşlar” fısıltılarının şehrin her yanında duyulduğu gerçek. Her gerçeği kabul etmek zorunda olmadığım gibi bunu kabul etmekte de bir sakınca görmüyorum. Eskiden birbirimizi daha iyi öldürdüğümüz doğrudur. Makinelerin o karmaşık yapısına göre bir baltanın kaba sadeliğinin yarattığı eşsiz estetik hala müzelerimizde sergilenmekte. Bir kılıcın niteliği halen hiçbir şeye değişilmeyecek düzeyde. Hem, hadi ama gerçekten soruyorum, kime karşı savaştığımızı biliyor muyuz? Çok uluslu enerji ve silah şirketlerinin yanına demir zırhlarıyla mağrur bir Derebeyi’ni koyduğunuzda her şey biraz daha netleşecektir. Henüz bir boğanın yalınlığına ulaşamamış olabiliriz. Benim için hiç kuşkusuz ki ilerleme bu olacaktır. Dünya yanmış yıkılmış, on yıldır sürekli azalan market raflarını talan eden kadının yıpranmış sırt çantasında taşıdığı son iki kedi maması konservesi. Avcı-toplayıcılığa dönüş. İlkelliğin eşsiz basitliği. Tekilliğe ulaştığımızda sanırım yapacağımız şey bu olacak. Asfalt yollarda et kurutuyor olacağız. Birbirimizin etini. Oysa bana sorsalar, dünyanın horoskopla yönetilmesini isterdim. Arslanlar lider olurlar. Başaklar düzenlidirler. Yaylar yarak gibi insanlardır. Basit ve düzenli bir dünya. Her şey anlaşılır. Her şey net. Tüm kovaların doktorluk ve diğer zor mesleklerle uğraştığı, başaramayanların yok edildiği. Bu eminim ki daha anlaşılır ve adil olurdu. “Bana bak Sayın Balık, hiçbir şeye karşı yeteneğin yok, temiz ve düzenli bile değilsin. Üzgünüm, sana bir iş veremiyoruz. Ölmek zorundasın. Şimdi git ve bir yerlerde kendini öldür ya da sana yardımcı olabilecek birilerini ayarlayalım. Size sonra geleceğim sayın 15 Haziran 1980.” Her şey bir yana, bu bastırma oyunundan artık vazgeçmemiz gerekiyor. Kırk bin yıl önce Neandertaller’e yaptığımızı Modern İnsan’a da yapabiliriz. Son bir büyük savaş. Her canlının yalnızca kendisini hayatta tutmaya çalıştığı, hiçbir çoğulluğa yer verilmeyen ve başka da kuralı olmayan son bir savaş. Çin kale maç yapmak gibi. Herkes kendi canından sorumlu. Uzatma yok. İlk golü atan kazanır. Hep birlikte son kez bıçaklarımızı bilemeli ve en yakınımızdan başlamalıyız. Bunu hak ettik. Bunu kazandık. Hepimizin böyle bir ödüle ihtiyacı var. Savaş baltalarımızı oyuna sürmeliyiz. Yemeyi sevdiğimiz birkaç organ da olmalı mutlaka bunun bir yerinde. Kan artık görülmeli. Kan artık çağlamalı. Başka bir canlı gibi davranmaya çalışmanın kendini geliştirme, kendini gerçekleştirme sayılması, tamamıyla akademik gevezeliklerle inşa edilmiş bir yalandır. 3. Dünya Savaşı Ahmet’le Mustafa, İsmail’le Şeyma, Tim’le Renas arasında olmalı. Babalarla oğulların, annelerle kızların yüzlerine karşı dürüst olmaları ve birbirlerini öldürmeleri şart. Artık bu savaşı kişiselleştirmenin zamanı geldi.

PoP

kalp krizi belirtileri ve kısa açıklamaları

toz ve kilittaşlar arasında, ormana uzak ışıklar altında otobanlarda hayvan leşleri, devlet dairelerinde çürümüşlük ve uyuşma salyangozları rengarenk boyadım, artık hepimiz daha da perişanız. "kalp krizinin neden olduğu göğüs ağrısı bıçak gibi giren bir ağrıya benzetilebilir. sanki göğsün ortası sıkılıyor ya da üzerine baskı uygulanıyor gibi hissedebilirsiniz. bu ağrı 3-4 dakika sürebilir, ara ara geçip tekrar geri gelebilir. göğsünüze bir gece yaşlı bir öküz oturabilir." sabahları yılgınlık belirliyor ve otobüslere tutunmuş milyonlarca el arasında tırnaklarından fışkırıyor ne iş yapmadığın bu da birleştiremiyor bizi gözünde çapaklarla uyanıp evden fırladığın bir sabah yaklaşmakta olduğun mesai oyalarken günlerini adımlarınla katıldığın medeniyetler tarihi kaldırımlarda açtığın belli belirsiz çiçek yüzünün gezegende açtığı uykulu yara kendin için hiç düşünmediğin şeyler gelip duruyor kapına atak, kaygı, bir miktar bulanma kira, aidat, sgk ke

dua

-epidermisten evrene yayılan küçük deri parçalarını düşün gövdenden parçalanıp ufalanarak dünyaya karışan tozdur o yıldız tozu, insan tozu, canlı ve ölü toz hiçbir fark yok aralarında yeterince temele indiğinde her şey cansızdır- her hafta en baştan tekrarlanan bir pazartesi olarak yeryüzüne neredeyse dik bir açıyla halısahalardan, ıstakalardan, erkek kokulu oyun salonlarından uzakta yaşamış bir hayvan olarak hayaller, olmayacak projeler ve her daim kolpa bir doğaya yerleşme düşüncesiyle bazan sokaklara, kaldırımlara, taşıtlara ve bankalara düşman bir tavırla bazan bir markayı ayaklarıma denerken bazan yüzündeki ıslak maskeyi ve gözyaşarmış gözlerini daha çok severek, -dua eder gibi, çok kullanılmış dudaklarımı küfredip ışık hızının bir oyunu yüzünden bir saniyenin birkaç milyonda biri boyunca gözlerinin geçmişinden öpüyorum- rutubet ve kömür kokulu gecekondularda cigara kovalamayı özleyerek uzun süredir görüşmediğim bir dostun içimde bıraktığı tedirginlik ama özle

Dış Güçler: Bir Pazar Akşamı Rastladım Size

Dünyanın bütün pazarları birbirine benziyor. Tanrı haftanın günlerini yaratırken tek bir pazar yaratmış ve onu bir kere kopyalayıp sonsuz kere yapıştırmış gibi. Ama o pazar hayatımda yaşadığım tek ve bu yüzden en farklı pazardı. O Ses'i izliyordum, Özden banyoda saçlarını kurutuyordu. Sehpadaki şarap kadehine uzanırken bir anda onları orada gördüm. Her sağlıklı insan gibi yerimden sıçrayıp çığlık attım. Çığlığım bittiğinde fön makinesinin sustuğunu fark ettim, Özden salon kapısında elinde fön makinesi ile dikiliyordu. Ağzı şaşkınlıktan yarım açık kalmıştı. Gözlerini odadaki iki kişiden ayıramıyordu. “Siz, siz…” diye kekeledim ve sustum. “Siz” dedim tekrardan gücümü toplamaya çalışarak, “ne, ne… ne zaman girdiniz içeriye?” “Halı için geldik” dedi kadın, adamla birlikte gülümsediler ve devam etti, “şaka, biz hep buradaydık.” Sesinde belli belirsiz bir aksan var gibiydi. Özden elinde fön makinesi, arkasında fön makinesinin kablosunu sürükleyerek yanıma geldi. Odadaki insa