telefonun sesini duyup gözlerimi açtım. uzandım ve kulağıma doğru götürdüğüm aralıkta ekrandaki saat simgesinin altında sıfır üç elli sekiz rakamlarını gördüm. telefonu saat üç elli sekizde sürekli çalan birisi olarak buna şaşırmamıştım. iki elli dörde ya da bir onsekize de şaşırmazdım. bir metaforun ne zaman öleceği ve cesedinin ne zaman bulunacağı hiçbir zaman belli olmuyordu. yıllar içinde belli olduğuna kanaat getirdiğim tek bir şey vardı, o da tüm metaforların gece öldüğüydü. ölmek için gün ışığını doğru bulmuyor gibiydiler. sanırım onlar da herkes gibi güneş belli bir açıdan düşerken ölmek istemiyordu.
***
basmane’nin arka sokaklarında, oteller sokağı ile agora arasında bir yerlerde, büyümekle ilgili bir metafor ölü bulunmuştu. 38 yaşındaydı. erkekti. ilk kullanıldığında sene iki bin seksen üçtü. avangard birkaç tipin kullandığı bir şey olarak dolaşıma girdi. onu bir deneyde kullanan bir şair ise istediği sonuca ulaşamamıştı. araştırmaları gerekli yatırımı almadığı için deneyleri yarıda bıraktı ve bir reklam ajansına özgeçmişini gönderdi. avangard ve deneysele burun kıvıran birkaç evli şair, buluş sanki kendilerininmiş gibi davranmakta bir sorun görmediler. son kullanıldığı yayın beş yıl önce hayatına son veren bir fanzindi. fanzini çıkartan şair fanzinin hayatına son vermek için kendini öldürdü. daha sonra bu tavır o dönemin en cesur sanatsal performansı olarak değerlendirildi.
metaforun kafasına sert bir cisimle vurulmuştu ama cinayet silahı ortalarda yoktu. kafatası tamamıyla çökmemiş, yalnızca çatlamıştı. yine kan yoktu. yalnızca siyah, sonsuz bir karanlıktan oluşan o çatlak vardı.
çatlağa biraz uzun bir süre baktığınızda çocukluğunuzdan eski bir yazı hatırlıyordunuz. boyutlarınız dünyadaki diğer nesnelere göre oldukça küçüktü. insanların diz kapaklarına gelen bir süs havuzu sizin belinize geliyordu. dünyanın çok büyük olduğu zamanlardı. zaman da bu çocukluğa özgü boyuta kendini uyarlıyor, genişledikçe genişliyordu… her şeyin şeker tadında olduğu zamanlardı. kötü günlerde, kötü anlarda bile sizi asla terk etmeyen şeker kokusunun hala duyulabildiği zamanlar. okullar yeni kapanmıştı, günler upuzundu, bahçedeki dut ağacında hala dut vardı. bir evin çatısında oturup, dallarını çatıya doğru uzatmış bir dut ağacından dut yiyebildiğiniz zamanlardı. annenizin size seslendiği zamanlar.
son iki ayda aynı biçimde öldürülen dördüncü metafordu. bir seri katil olduğu çoktan kanıtlanmıştı. araştırmaya onu son kullanan şairle konuşarak başlayacaktım. şehir dışında yaşayan, doğallıkla aliterasyon kullanabilme yeteneğine sahip, poetikanın dayatılmasına karşı çıktığı için sürekli başka şiirler yazan, birkaç şanslı, herkesin anlayacağı türden buluşa imza atmış, ölçülü alaycı ve aynı zamanda karamsar şiirler yazarken ünlü olmuş, kısa süren ama oldukça iyi para kazandıran bir şiir kariyerinden sonra sürekli aynı şeyleri yazdığını fark etmiş ve yazmayı bırakmıştı. yaptığı birkaç iyi yatırımla gelecek olan akar çalışmadan yaşamasına olanak sağlıyordu.
***
arabaya binip müziği açtım. arabayla şehirler arası yolculuk yapmayı seviyordum. yolda akan görüntü müzikle birleşiyor ve ortaya klip izlenimi yaratan bir işbirliği çıkıyordu. hava aydınlanmıştı.
fırça ve siyah yağlı boya ile yazılmış lastikçi numaralarınının, reklam totemlerinin, tarlaların, zeytin ağaçlarının arasından, eskiden kasaba denen ilçelerden, içinden yol geçen köylerde geçtim. birkaç kırık dökük yol üstü; yörede yetişen meyve ya da sebzelerin, yapılan tatlı ya da şerbetlerin, ünlü peynir ya da zeytin yağlarının satıldığı; hiçbir şeyin mevsimi olmadığı için ve hava şartları da çoğunlukla uygun olmadığı için birkaç aydır kimsenin uğramadığı, amerikan bezi ve tahta parçalarının birbirlerine çakılması ile yapılmış tezgahlara bakıp düşüncelere daldım. sanki dünya yavaş yavaş terk ediliyordu.
şairin evine vardığımda saat sekiz elli üçtü. bu saatte kapısına dayanmış gibi görünmek istemiyordum. dayanmıştım ama en azından biraz daha uyumasına izin verebilirdim. kapının önündeki yaşlı dut ağacının altına, serin ve koyu gölgeliğe park ettim.
müziği iyice kıstım, camı bir parmak açıp koltuğumu hafif bir açıyla arkaya yatırdım ve gözlerimi kapadım. uyur uyanık, rüyalarla dolu bir iki saatten sonra uyanıp dışarı çıktım. bacaklarımı esnetip kapıyı kilitledim.
***
zili ararken bahçe kapısının açık olduğunu fark ettim. duvarlar oldukça yüksekti, yüksek duvarları olan bir bahçenin kapısı kapalı olmalıydı. burnuma pis kokular gelmeye başlamıştı. kapıyı hafifçe itip bahçeye girdim. uzun süredir kendi haline bırakılmış gibiydi. yine de düzenli bir bahçe kendi haline bırakıldığı için göze hoş görünen bir doğallığı vardı. ingiliz peyzaj geleneği ile fransız peyzaj geleneğinin kusursuz bir bileşimi gibi görünüyordu. bir bahçem olsaydı böyle olmasını isterdim diye düşündüm.
evin kapısına doğru yaklaşırken onun da açık olduğunu gördüm. adımlarımı hızlandırdım. hatırı sayılır bir biçimde heyecanlanmıştım. kapıya doğru iyice yaklaştığımda içeriden belli belirsiz gelen bir müzik sesi duydum. içeri girdim, televizyonun açık olduğunu ve şairin yerde yüz üstü yattığını gördüm. yüzü televizyona doğru dönüktü. etrafı kolaçan ederek yanına kadar gittim. gözleri sabit bir noktaya bakıyordu. nabzını kontrol etmek için elimi boynuna koydum. sıcak ve canlıydı. gözlerini sabitlediği televizyondan aniden çekip “evimde n’apıyorsun” dediğinde korkudan çığlık attım.
yerden kalktı. “televizyon izliyordum, sen kimsin” dedi. cüzdanımı çıkarıp kimliğimi gösterdim. “en son sizin kullandığınız bir metafor ölü bulundu” dedim. biraz duraksadıktan sonra “… büyümekle ilgili olan” diye devam ettim.
gözlerinden anladığım kadarıyla geçmişi düşünmeye başlamıştı. “o şiirin hissi geldiğinde apartman kapısının önündeydim. sanırım eve geliyordum. yanımda kağıt kalem yoktu. telefonun notlar uygulamasına birkaç dize yazdım. anlattığı şeylere bakınca dağınık bir şiirdir. konudan konuya atlıyordum. ama altta yatan his tüm bölümlerde aynıydı. şiiri kuran şey de o his olmuştu.” es verdikten sonra devam etti: “büyümekle ilgili olan o metafor. aslında hiçbir zaman emin olamamıştım. büyümenin kaçınılmazlığından mı bahsediyordu, imkansızlığından mı?” sonra sustu. birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra “cevap vermeyecek misin” diye sordu. silkelenip “soru sorduğunuzu anlamamıştım” dedim. “sonunda soru işareti vardı, daha nasıl anlatabilirim soru olduğunu?” dedi sinirli sinirli.
boğazımı temizledikten sonra konuşmaya başladım. “bana kalırsa büyümenin gerekliliğinden bahsediyor” dedim. “ebeveynlerinden kurtulamamış bir insan her zaman çocuk olarak kalmak zorunda. hayatı boyunca oyun oynamaya devam etmesinin sebebi de bu. anneyle babadan kurtulamamak. bu anlamda tüm silahların oyuncak olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor.”
“o halde karşınızda iki düşman var bayım” diyerek sözümü kesti. oysa konuşmak istiyordum. konuşması ve tavırları bir anda teatral bir hal aldı. salonun ortasında yedi adımlık bir volta tutturdu ve tiyatrosuna devam etti.
“karşınızda iki düşman var. aynı zamanda birbirlerine de düşmanlar. birinci grup dünyanın kontrolünü nispeten elinde tutan grup. 14 bin yıllık bir aileden bahsediyorum. göbekli tepe’nin son tapınağını onlar gömdüler ve ellerinde kalan bir bilgi ile dünyanın hakimi oldular. uzun süre dünyayı tek başlarına yönetmeyi başardılar. internetle birlikte ortaya çıkan yeni zenginler sınıfı bu mutlak gücün sonunu getirdi. bütün bunlar sonun başlangıcıydı. metaforu yok etmek istemeleri çok mantıklı çünkü kendilerini ebeveynlerimiz gibi görüyorlar. bizim için en iyisinin ne olduğunu bildiklerini düşünüyorlar.
ikinci grup ise metaforu bir tür imkansızlığın dışa vurumu olarak algılayan bir sanatçı-teröristler grubu. bilgisayar kullanmayı da iyi biliyorlar. bazı şiirlere yaptıkları korkunç saldırılar ile tanındılar. birkaç saldırıda şiirin artık basılı hali olmadığı için geriye dönmek mümkün olmadı. şiirleri ezberlemiş olan insanlar bile şüpheye düşmüşlerdi. en azından noktalama işaretlerini ezberlememişlerdi. arada atladıkları tek bir virgülün şiiri sonsuza kadar değiştireceğini biliyor olmak ellerini kollarını bağlıyordu.
bu grup insanlığı kurtarmakla kafayı bozmuş ve işe en iyi bildikleri yerden, sanattan başlamış bir grup. büyümenin imkansızlığından bahseden çok güçlü bir metafora saldırmalarını uzun süredir bekliyordum.”
sonra bir anda sustu, yüz üstü yere yattı ve kafasını televizyona doğru çevirdi. sanırım gitme vaktim gelmişti. gürültü yapmamaya özen göstererek önce evden, sonra bahçe kapısından çıkıp arabaya doğru ilerledim, kapıya dayanıp bir sigara içtim.
sigaramı yere attım, ayakkabımın ucuyla ezdim ve arabaya binip şairin yaşadığı çevreyi birkaç saat dolaştım. akşam olurken geri dönüş yolundaydım. ödip’le bağlantımızı koparmaya çalışan bir anti-psikanaliz terör örgütü ile karşı karşıya da olabilirdik. eve gitmek yerine cinayet mahaline gitmeye karar verdim. şair kafamı iyice karıştırmıştı. aile, sanatçı-teröristler, belki de anne ya da babasıyla, ya da her ikisi ile de korkunç sorunları olan bir psikopat. şiir okuyan psikopatların neler yapabildiğini daha önceden görmüştüm.
***
olay yerine vardım, kapıdaki mührü söküp içeriye girdim. evin içini rastgele dolaşmaya başladım. kimsenin bakmadığı yerlere çok da odaklanmadan bakıyordum. gerçeğin kendisini ona baktığımı anlamadığı bir anda ortaya çıkaracağını biliyordum. banyoya girdiğimde diş fırçalarının olduğu kahve kupasında duran fırçalardan birinin ters durduğunu fark ettim. kupadan aldım ve fırça kısmına bir kağıt sarılı olduğunu gördüm. kağıdı açtım ve içinde yazan notu okudum. daktilo yazısı ile “herkes kendi hayatını mahvetme hakkına sahiptir” yazıyordu.
daireyi birkaç kez üst üste daha inceledikten sonra eve gitmeye karar verdim. başka bir şey bulamamıştım, kafam karışmıştı ve başım ağrıyordu.
geriye dönerken merkeze uğrayıp bulduğum notu araştırılması için bıraktım. ağ dışında, el yapımı değilse eğer, dünya daktilo ağı, daktilo izinden seri numarasına ulaşabilirdi.
ertesi gün olacakları bilseydim yine aynı biçimde davranır mıydım bilmiyorum. aradan geçen 23 yıldan sonra yine de bilmiyorum.
***
intiharların nedeni, şiirin dünya şiir ağı’na yüklenmesinden on iki saat sonra anlaşılabilmişti. dünyanın çeşitli yerlerindeki insanlar günlük rutinleri doğrultusunda şiir ağına girmiş, yeni şiirler sekmesini açmış, o korkunç şiiri okuduktan sonra, çoğunlukla yüksek bir yerden kendini aşağıya bırakma yöntemi ile intihar etmeyi seçmişti. çalışma masalarının üzerinde yarım kalmış içecekler bulunmuştu ve ekranda da şiir açıktı. hatırı sayılır sayıda insan şiirin birden fazla kopyasını alıp odanın her yerine dağıtmıştı.
***
intiharlara sebep olduğu anlaşıldıktan sonra ivedilikle ağdan kaldırılan ve yok edilen şiir dört parçadan oluşuyordu. dört ölü metaforla kurulmuş dört eşit parça. sekizer dizeden oluşan her parça, öldürülme sıralarına göre ölü metaforlarla açılıyordu. büyümek, ölmek, karar vermek ve yapmamayı tercih etmek üzerine dört ölü metafor.
aslına bakarsanız, hatırladığımız kadarıyla karamsar bir yanı yoktu. ancak, alaycı ya da iyimser olduğu da söylenemezdi. sanki hakikat ilk kez kelimeler yoluyla dile getirilmişti. okuyanı mutlak, ham, tamamıyla objektif haliyle hakikatle yüz yüze bırakma gücüne sahipti. asla dehşet duygusu uyandırmıyor, yalnızca çıplak gerçekle yüz yüze bırakıyordu. intihar edenler yalnızca bir anlığına gardlarını düşürmüşlerdi. yaşamla ölüm arasında hiçbir fark olmadığının anlaşılması, aynı yazı-tura seçimindeki gibi, neden yazı ya da neden tura seçmeniz gerektiğinin bir cevabı olmaması gibiydi. yalnızca somut bir yüzde ellilik tercih şansı vardı. mantıklı bir sebebi olmayan ve asla da olamayacak bir tercih… şiir ağdan kaldırılana kadar milyonlarca insan iki seçenekten birini seçmiş ve atlamıştı. kaldırıldıktan sonra ise tali ağlara tekrar yüklenmiş, birkaç dalga intihara daha sebep olmuştu. olayın en kötü yanı ise ortada herhangi bir suç unsuru bulunmamasıydı. çünkü şiirde intiharla ilgili en ufak bir ima bile yoktu. tek suç metafor cinayetleriydi ancak şiiri mahlasla yazan kişiyle hiçbir bağlantı bulunamıştı. bulunsa bile yine yalnızca metafor cinayetlerinden hüküm giyecek ve birkaç ay yattıktan sonra kamu hizmeti ile cezasını tamamlamış olacaktı.
***
yine de onu sorguladık.
malum sebepler nedeni ile şiirden yalnızca bahsedilebiliyor. yine aynı sebeplerden adı saklı tutulan şair sorguya alındı ancak herhangi bir amacının olmadığını söylemekten başka hiçbir şey söylemedi. ifadesinden anladığımız kadarıyla insanlara karşı fazladan bir nefret beslemiyordu. şiiri yalnızca şiirsel bir performans amacı ile yazdığını söyledi. metafor cinayetlerini ise itiraf etmedi. bu tesadüfün nasıl gerçekleştiği sorusuna ise bunun bir soru olmadığını söyleyerek karşılık verdi.
sorgudan sonra onu bir daha kimse görmedi. söylentiler şiiri son bir kez yüksek sesle okuyup atladığı ile inzivaya çekildiği ve yeni bir şiir üzerinde çalıştığı yönündeydi. felaket meraklısı tipler yeni bir şiir yazacağını ve bu sefer herhangi bir seçme şansı olmayacağını söylemekten hoşlandılar. ancak bugün tam yirmi üç yıl oldu ve bir daha asla şiir yayınlamadı. şiiri ağa yüklediğindeki yaşı hesaba katıldığında çoktan ölmüş olması gerekiyor.
onu arayanlar oldu. gizemli bir biçimde çoğundan bir daha haber alınamadı. söylentiler bu kez onu değil ama bıraktığı işaretler yoluyla son şiirini buldukları ve kendilerini öldürdükleri yönündeydi. bu söylentinin peşinden bugün bile yola çıkan insan sayısı oldukça fazla.
***
bense şiiri okuduğum günden bu yana aklımda kalan dizeleri içimden tekrar ediyorum. sanki bunu yapmayı bir an bıraksam atlamayı seçecekmişim gibi.
Yorumlar