Ana içeriğe atla

Sartre Tipi Aydın’dan Panda Tipi Aydın’a Murat Belge’nin Yolculuğu

Birkaç gündür Murat Belge’nin Türkiye Şiiri üzerine yaz(ama)dığı bir kitaba karşı yazılan yazıları okuyoruz. Henüz bu yazıların ateşi sönmeden, Belge’nin, Risk Altındaki Akademisyenler başvurusunda bulunduğunu ve kabul edilirse İngiltere’ye göç edeceğini okuduk. Ve doğal olarak hep birlikte güldük, eğlendik, neşelendik. Ama bunların altında artık anlamsızlaşmış olan öfkemiz yatıyor ki bu öfkenin sebebi de Belge’nin nasıl risk altında olabileceği üzerine kafa yormamız.

Önce Sartre’ı -Hülya Koçyiğit’in “fazla özgür bir ülke” olarak tanımladığı- Türkiye’de erişime kapalı olan “Özgür Ansiklopedi” sloganlı ve VPN ile ziyaret edebildiğimiz Vikipedi’deki Sartre maddesinin, Sartre ve Aydın Tavrı adlı alt başlığından okuyalım:

“Sartre, bir aydın ya da entelektüel olarak her zaman çok özel bir konumda durmuş ve bu aydın konumu üzerinden tartışmalar yürütülmesine vesile olmuştur. … Öyle ki, Sartre, hem tamamen özgürlükçü ve bağımsız bir konumda bulunup hem de sıkı bağlanımları gerektiren pek çok politik tavrı tereddüte ya da çelişkilere düşmeksizin sergileyebilmiş ve zamanının bütün sorunları konusunda neredeyse aktif bir tavır sergileyebilmiştir.

Bu bakımdan Sartre için, "çağının tanığı ve vicdanı" diye söz edilmesi yanlış olmaz. Sartre'ı Sartre yapan yalnızca felsefi çalışmalarının yetkinliği ve özgül varoluşçu kuramının ilgi çekiciliği değil, aynı zamanda sergilediği aktif aydın tavrıdır. Sartre, bu noktada kuram ve eylem adamı niteliklerini birleştirmiş durumdadır.

Sartre'ın anladığı ve savunduğu anlamda, ister eylem alanında ister yazı masasında olsun, esasta aydını aydın yapan nitelik, yaşadığı zamanın dünyasına sırt çevirmeyen, bu dönemin gerçekliklerinden ve çelişkilerinden kaçınmayan, aksine tutumunu ve eylemini bu gerçeklikler ve çıkmazlardan hareketle oluşturup belirleyen tavırdır.

Bu anlamda Sartre'ın bütün yaşam doğrultusu bu bakışın doğrulanmasıdır. Dolayısıyla da, Sartre'ın sergilediği aydın tavrı ve kişiliği, varoluşçuluğun edebiyattaki yetkin temsilcisi olarak kabul edilen Dostoyevski'nin sözünü onaylar niteliktedir; "Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur." Bu söz Sartre'ın anladığı ve örneğini sergilediği anlamda aydının tavrının da iyi bir açıklamasıdır.”

Murat Belge ve Artemio Cruz

Carlos Fuentes’in Artemio Cruz’un Ölümü isimli kitabı, evrensel bir insanlık sorunu olan yenilginin ya da kendimizi kandırmadan söylemek gerekirse, önceden savunulan değerlere sırt dönüp kendi işine bakmanın romanıdır. Ölüm döşeğindeki Don Artemio, noktalanmak üzere olan hayatını düşünürken Meksika tarihini ve aslında tüm dünyanın da hikayesini okuruz. Orhan Pamuk, Öteki Renkler kitabında konuya değinirken, zaman içinde toplumla uzlaştığımızı ve kimilerinin buna büyüme, kimilerininse olgunlaşma adını verdiğini yazar.

Murat Belge’nin Sartre Tipi Aydın’dan Panda Tipi Aydın’a uzanan yolculuğu da Artemio Cruz’un hikayesine benziyor. İki yıllık bir cezaevi yaşamından ve Ziverbey Köşkü’nün işkence tezgahından geçen Murat Belge, daha sonra büyümüş ya da olgunlaşmış olacak ki rotasını yavaş yavaş liberal solun güvenli ve konforlu sularına doğru döndürmeye başlıyor.

12 Mart döneminde iki yıl cezaevinde kalan, bu dönemde Veli Küçük'ün Ziverbey Köşkü’nde kendisine işkence yaptığını söyleyen Belge 1974 yılında üniversiteye dönüyor. 1970'de Halkın Dostları, 1975'de Birikim dergilerinin kurucuları arasında yer alan Belge, ilerleyen yıllarda ise İstanbul'un tarihi bölgelerine, Boğaziçi'ne düzenlediği kültür turlarıyla da tanınmaya başlıyor; yemek ve mutfak kültürü ve gezilerine ilişkin kitaplar, bir gezi rehberi ve popüler tarih kitaplarına imzasını atıyor.*

Belge’nin, benim gibi 1980 sonrası doğanlar için en akılda kalan “işleri” ise hiç kuşkusuz bir Yetmez Ama Evetçi olması, AKP Rejimi tarafından Akil Adam seçilmesi ve Hopa’da öldürülen Metin Lokumcu için sarf etmekten çekinmediği sözlerdir:

“Metin Lokumcu’nun ölümünü değerlendiren Belge, “Yalnız Hopa’daki gariban adamın bu kadar heyecanlanacağı bir durum yoktu. Biraz da yapay olarak pompalanan, ucu Ergenekon’a uzanan bir gerginlikti” dedi.

Belge, dün Radikal gazetesinde yayınlanan röportajında Ezgi Başaran’ın “Emekli öğretmen Metin Lokumcu’yu Ergenekon’a mı bağladınız?” sorusuna şöyle yanıt verdi:

“Kendisini değil ama onun bir çevresi var, çevresinin çevresi var. Toplumda her şey böyle olur. O kişiyle sınırlı değil. Bir bakana yumurta atan öğrencileri düşün… Niçin darbeler iyidir diyen Süheyl Batum’a atmıyorlar?”

Belge, “Siz de mi Başbakan gibi öğrenci protestolarının arkasında başka birşey arıyorsunuz?” sorusuna ise şöyle dedi:

“Öyle düşünüyorum evet. Çünkü Tan gençliğinden itibaren böyle bir gelenek var. Eğitimle yapıyoruz bunu. Türkiye’de faşizm aileden değil eğitimden gelir. 68’den beri ben bu hareketlerin içinden geldiğim için biliyorum.”*

Belge 68’den beri bu hareketlerin içinden öyle bir gelip yıllar içinde öylesine büyük bir değişim gösteriyor ki adeta tozu dumana katıp öğrenci protestolarını bile darbe dinamiklerine, darbeci algı yönetimine rahatlıkla bağlayabiliyor.

Ve şimdi de AKP iktidarının yerleşme sürecinde ateşe yoğun emek harcayarak odun taşımış, hukuka aykırı olarak uzun süredir cezaevinde tutulan insanların uzaydan görülebildiği bir dönemde Murat Belge, türü tehlike altında olan bir panda gibi, Oxford Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olmak için Britanya merkezli Risk Altındaki Akademisyenler Konseyi’ne başvuruda bulunuyor.* (Buraya, Avrupa’nın akademisyenleri koruyarak bilgiyi de koruduğunu ama bunu zinhar dünyanın geri kalanı için değil, kendi bekası için yaptığını açıklayan uzun bir açıklama gelebilirdi ancak bu başka bir yazının konusu olabilir.)

Aslına bakarsanız Murat Belge’nin yaşam öyküsü Türkiye’nin neden şu anda olduğu durumun içine düştüğünün de bir özeti. “Devrim yapamadık, o halde işimize bakalım” diyen aydın sınıfımızın içler acısı hali Murat Belge’de kusursuz bir beden buluyor. Savaşın kıyısından savaşın içine çekilmiş bir ülkenin geldiği noktada dolaysız olarak katkıları bulunan Belge, bizleri bu cehennemde bırakıp kaçmak istiyor. Belki de önümüzdeki birkaç yıl içinde top yekün bir savaşla mücadele edecek olan bizlerin hikayesini, Oxford Üniversitesi’nin asırlık bahçelerinde dolaşırken kafasında toparlayacağı yazılarla anlatacak.

Bu da bizleri başka bir soruya doğru savuruyor: Deniz Gezmiş yaşasaydı devcileyin bir pandaya, Cengiz Çandar'a ya da Murat Belge’ye dönüşür müydü? Ama bu sorunun sorulmasının imkansızlığını da yine biliyoruz; çünkü soru daha sorulamadan darağacına çarpıp dağılıyor. Yolculuğunda hiç geri adım atmayan bir devrimci için bazı soruları sorabilmek imkansızlaşıyor. Cengiz Çandar ise yurtdışında hayatına devam ediyor ve belki de Murat Belge ile Stockholm’de bir kahve içip dünya ve Türkiye hakkında konuşmayı bekliyor.

Son tahlilde Belge’nin hikayesi evrimi doğrular nitelikte, korkusuz bir aydın tavrından sevimli bir iktidar pandasına dönüşme hikayesi. Bizlerin payına ise şimdilik onunla ne yapacağımızı bilemediğimiz bir öfke kalıyor.



Yorumlar

PoP

kalp krizi belirtileri ve kısa açıklamaları

toz ve kilittaşlar arasında, ormana uzak ışıklar altında otobanlarda hayvan leşleri, devlet dairelerinde çürümüşlük ve uyuşma salyangozları rengarenk boyadım, artık hepimiz daha da perişanız. "kalp krizinin neden olduğu göğüs ağrısı bıçak gibi giren bir ağrıya benzetilebilir. sanki göğsün ortası sıkılıyor ya da üzerine baskı uygulanıyor gibi hissedebilirsiniz. bu ağrı 3-4 dakika sürebilir, ara ara geçip tekrar geri gelebilir. göğsünüze bir gece yaşlı bir öküz oturabilir." sabahları yılgınlık belirliyor ve otobüslere tutunmuş milyonlarca el arasında tırnaklarından fışkırıyor ne iş yapmadığın bu da birleştiremiyor bizi gözünde çapaklarla uyanıp evden fırladığın bir sabah yaklaşmakta olduğun mesai oyalarken günlerini adımlarınla katıldığın medeniyetler tarihi kaldırımlarda açtığın belli belirsiz çiçek yüzünün gezegende açtığı uykulu yara kendin için hiç düşünmediğin şeyler gelip duruyor kapına atak, kaygı, bir miktar bulanma kira, aidat, sgk ke

dua

-epidermisten evrene yayılan küçük deri parçalarını düşün gövdenden parçalanıp ufalanarak dünyaya karışan tozdur o yıldız tozu, insan tozu, canlı ve ölü toz hiçbir fark yok aralarında yeterince temele indiğinde her şey cansızdır- her hafta en baştan tekrarlanan bir pazartesi olarak yeryüzüne neredeyse dik bir açıyla halısahalardan, ıstakalardan, erkek kokulu oyun salonlarından uzakta yaşamış bir hayvan olarak hayaller, olmayacak projeler ve her daim kolpa bir doğaya yerleşme düşüncesiyle bazan sokaklara, kaldırımlara, taşıtlara ve bankalara düşman bir tavırla bazan bir markayı ayaklarıma denerken bazan yüzündeki ıslak maskeyi ve gözyaşarmış gözlerini daha çok severek, -dua eder gibi, çok kullanılmış dudaklarımı küfredip ışık hızının bir oyunu yüzünden bir saniyenin birkaç milyonda biri boyunca gözlerinin geçmişinden öpüyorum- rutubet ve kömür kokulu gecekondularda cigara kovalamayı özleyerek uzun süredir görüşmediğim bir dostun içimde bıraktığı tedirginlik ama özle

Dış Güçler: Bir Pazar Akşamı Rastladım Size

Dünyanın bütün pazarları birbirine benziyor. Tanrı haftanın günlerini yaratırken tek bir pazar yaratmış ve onu bir kere kopyalayıp sonsuz kere yapıştırmış gibi. Ama o pazar hayatımda yaşadığım tek ve bu yüzden en farklı pazardı. O Ses'i izliyordum, Özden banyoda saçlarını kurutuyordu. Sehpadaki şarap kadehine uzanırken bir anda onları orada gördüm. Her sağlıklı insan gibi yerimden sıçrayıp çığlık attım. Çığlığım bittiğinde fön makinesinin sustuğunu fark ettim, Özden salon kapısında elinde fön makinesi ile dikiliyordu. Ağzı şaşkınlıktan yarım açık kalmıştı. Gözlerini odadaki iki kişiden ayıramıyordu. “Siz, siz…” diye kekeledim ve sustum. “Siz” dedim tekrardan gücümü toplamaya çalışarak, “ne, ne… ne zaman girdiniz içeriye?” “Halı için geldik” dedi kadın, adamla birlikte gülümsediler ve devam etti, “şaka, biz hep buradaydık.” Sesinde belli belirsiz bir aksan var gibiydi. Özden elinde fön makinesi, arkasında fön makinesinin kablosunu sürükleyerek yanıma geldi. Odadaki insa