Ana içeriğe atla

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı neden sevmeliyiz?


Öncelikle, hiçbirimiz Gürpınar hazretlerini sevmek zorunda değiliz. Ama etrafında yaşayan insanlara ve son zamanlarda da birkaç mizah dizisinde kullanılmaya başlanmış, belli başlı temel insani özelliklere sahip, gerçekçi karakterlere biraz dikkatle bakan bir kişi, yüz yıl önce gerçek hayatın içinden alınıp kurgulanmış roman kişilerinin, çağdaşımız kişilerle nasıl bir örnek oturduğunu fark edebilir. Ama kolektif bir sevgi hadisesine girişmeden önce, Gürpınar’la olan kişisel ilişkime değinsem daha iyi olacak: O zamanlar ben henüz on yaşlarında bir çocuğum. Her normal çocuk gibi benim de Gürpınar’la çok düzeyli ilişkim, evdeki çocuk kitaplarından başımı kaldırıp babamın kitaplarına ilk baktığım zaman, Atlas Kitabevi’nin kahverengi ciltli kitaplarına rast geldiğimde başladı: Halide Edip Adıvar’la Hüseyin Rahmi’nin tüm kitapları seti. İç kapaklar bir çocuğun dikkatini çekecek kadar güzeldi. Ama Halide Edip bir çocuğun dikkatini çekecek kadar eğlenceli bir yazar değildi. Sanırım hala da değildir. Hikâyenin gerisi “ama Hüseyin Rahmi Gürpınar” diye devam ediyor işte..



Benim açımdan Gürpınar’ın en önemli romanı Dirilen İskelet. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında, İstanbul’da, Direklerarası’nda, bir kahvehaneye sırtını dayamış iki genç adam, önlerinden bisikletini ve yolu zangır zangır, titrete titrete geçen adam hakkında konuşuyorlar. Hikâye dirilen iskeletler, mezar soygunları, mezarların olmazsa olmazları, yarı bu dünyada, yarı öte dünyada duran selvi ağaçları, merak, batıl inanç, Batı-Doğu çatışması ve bir çocuk için biraz korku ve heyecan dolu satırlar,  -artık böyle şeyler olmadığını biliyoruz -, kirli aşk oyunları ve Gürpınar’ın konu dışına çıkmayı seven üslubunun salınımlarıyla devam ediyor.. 

Daha sonra okuduğum Cadı da yine benzer temalarla; şaibeli doğaüstünün gölgesinde, reel hayatın çıkarcılıklarıyla, bir çırpıda okunan bir macera romanı havasında ilerliyordu. Bu iki kitaptan sonra gelen Utanmaz Adam ise, hem daha gerçek bir hikayeyi anlatıyordu, hem de ikisinden de daha sert başlıyordu:

“Küçükken adı Yumurcak’tı, sonra Afacan, sırasıyla Haylaz, Çapkın, Utanmaz oldu. Bu onun için son rütbe değildi. Avnussallah tahsilde şiire kadar yükseldiği zaman Namık Kemal’in meşhur mısrasını şu şekilde tepetaklak etti:

“Alçal ki yerin bu yer değildir.”

Bazı mütehassıs psikologların dediklerine göre insan anasından ahlakça tertemiz doğar, sonradan çevrenin tesirleriyle bozulurmuş, başkaları da bu hükmün tersini iddia etmektedirler. Ben bu iki denilenin arasında ara buluculuk edecek değilim. Allah yaratır, romancı taklit eder. Zıt kişiliklerinin ortaya çıkarılmasıyla, iyi dileklilerin değerlerini bildikleri için, dünyada kötülerin de varlığına lüzum gösteriliyor.”

İlam-ı malum olacak ama, tabii ki çocukken Gürpınar’ı bu hassasiyetlerle değil, eğlenceli romanlar yazdığı için okuyordum. Çünkü bir çocuk okuduklarını anlasa da, bu anladığı şeylerin ne anlama geldiğini, ancak yıllar sonra anlayabilir. (Sonra buna bir isim de koyup epifani diyebilir.)

En baştaki soruya geri dönersek, cevabın, tekniği ya da yetkinliği olmadığı çok açık. Çünkü Hüseyin Rahmi’nin isabet ettirdiği gibi, biz, yani Halk, bir yazarı teknik yetkinliği için sevmeyiz. Benim cevabım Gürpınar’ın, daha o eski zamanlarda, böylesine erdemden uzak karakterlere, böylesine cesur ve öngörülü bir biçimde hayat verebilmesi. İyilik yapmak için yanıp tutuşan, kahraman olduğunu bile fark etmeden kahramanlıklar yapan, idealist, her zaman önce başkalarını düşünen roman kahramanlarına yer yok onun romanlarında. İyi ve Kötü karakterler olarak işaret edebileceğimiz roman kişileri var elbet, ama birkaç sayfa sonra çekilmiş olan bu çizgi bir anda iki tarafı birbirinin içine çekebilecek kadar karmaşıklaşabiliyor. Her insan, kurallı gibi görünen ama oldukça vahşi bir dünyada hayatta kalmaya çalışır çünkü. Gürpınar da bu yüzden, şartlara göre şekil değiştirebilen, kırılmayan ama esneyebilen, aşkı yüzünden kötü yola düşse bile, bunun aslında aptallık gibi bir durumdan kaynaklandığını sürekli olarak hissettiren, oldukça gerçek roman kahramanları kullanıyor.

Gürpınar’ı Gürpınar yapan başka bir özelliği de konu dışına özgürce çıktığı sayfalarda ahlak, felsefe, varoluş, yaradılış, evrim, nihilizm gibi konuları tartışmayı çok sevmesi. Okuyana, “yazarının yazarken eğlendiği sayfalar” hissini de yine bu konu dışı sayfalarda veriyor. Zaman zaman konu dışına çıkmayı çok uzattığında, size de konuyu unutturabilecek kadar gemi azıya almayı da başarabiliyor, zaman zaman da ahlaksızlığı meşru gösterebilecek kışkırtıcı akıl yürütmelere neşe içinde sapıyor. Belki de Gürpınar ilk önce kendi düşünceleriyle eğleniyor.

Bundan yüz yıl önceki İnsanla, gözlemleyerek yaşamış bir yazarın yarattığı karakterlerde karşılaşmak, bir zaman makinesine binip 20. Yüzyıl’ın başına seyahat etmek gibi.

Hüseyin Rahmi’nin hak ve adalet konusunda, temkinli solculara taş çıkartacak sertlikte hükümlere varmış olması ama idealist olmaktan uzak olması, onun idealler üstü bir düşünceye inandığının da açık bir kanıtı aslında ve oldukça önemli bir nokta. Reçeteler vermek yerine zıt düşünceleri roman kişilerinin ağzından aktarmayı, taraf tutmayı, sonra bu taraf tutmanın karşısına geçmeyi, kafa karıştırmayı tercih etmek, olsa olsa romanı okuyan kişinin kendi doğrusunu kendi seçmesini istemekle açıklanabilir ancak.

Başka bir yazıda da değinildiği gibi “Sanat yaşamını çağdaşlaşma yolunda bir araç olarak gören Hüseyin Rahmi, bu çelişkiler içinde yeşertilen; yobazlığın, gericiliğin, üçkâğıtçılığın, sömürücülüğün karşısına öyküsü, romanı ve yazılarıyla çıktı ve değişim sürecindeki bir ülkede, tıpkı amaçladığı gibi, kolay okunan onlarca eser verdi."

Yukarıdaki alıntıyı kendi kaleminden onaylayan Gürpınar, gereken yanıtı oldukça halkçı bir anlatımla veriyor aslında.

“Karşınızda yükselmek özlemiyle ellerini bize uzatmış milyonlarla halk var. Bir milletin genel kültürü, birkaç estetik hocasının araştırmalarının sonuçlarıyla ölçülemez. Halk için edebiyat olmazmış... Ne saçmalık! Halk bilgisizlik içinde boğulsun, koca bir millet yok olmaya mahkûm olsun, biz karşısında seyrine bakalım, öyle mi?

Siz edebiyatı kendi aranızda geçerli bir kalıp paraya, yalnız seçkinlere özgü bir şifreye çevirmek istiyorsunuz.”

İyi Okumalar.

Yorumlar

PoP

kalp krizi belirtileri ve kısa açıklamaları

toz ve kilittaşlar arasında, ormana uzak ışıklar altında otobanlarda hayvan leşleri, devlet dairelerinde çürümüşlük ve uyuşma salyangozları rengarenk boyadım, artık hepimiz daha da perişanız. "kalp krizinin neden olduğu göğüs ağrısı bıçak gibi giren bir ağrıya benzetilebilir. sanki göğsün ortası sıkılıyor ya da üzerine baskı uygulanıyor gibi hissedebilirsiniz. bu ağrı 3-4 dakika sürebilir, ara ara geçip tekrar geri gelebilir. göğsünüze bir gece yaşlı bir öküz oturabilir." sabahları yılgınlık belirliyor ve otobüslere tutunmuş milyonlarca el arasında tırnaklarından fışkırıyor ne iş yapmadığın bu da birleştiremiyor bizi gözünde çapaklarla uyanıp evden fırladığın bir sabah yaklaşmakta olduğun mesai oyalarken günlerini adımlarınla katıldığın medeniyetler tarihi kaldırımlarda açtığın belli belirsiz çiçek yüzünün gezegende açtığı uykulu yara kendin için hiç düşünmediğin şeyler gelip duruyor kapına atak, kaygı, bir miktar bulanma kira, aidat, sgk ke

dua

-epidermisten evrene yayılan küçük deri parçalarını düşün gövdenden parçalanıp ufalanarak dünyaya karışan tozdur o yıldız tozu, insan tozu, canlı ve ölü toz hiçbir fark yok aralarında yeterince temele indiğinde her şey cansızdır- her hafta en baştan tekrarlanan bir pazartesi olarak yeryüzüne neredeyse dik bir açıyla halısahalardan, ıstakalardan, erkek kokulu oyun salonlarından uzakta yaşamış bir hayvan olarak hayaller, olmayacak projeler ve her daim kolpa bir doğaya yerleşme düşüncesiyle bazan sokaklara, kaldırımlara, taşıtlara ve bankalara düşman bir tavırla bazan bir markayı ayaklarıma denerken bazan yüzündeki ıslak maskeyi ve gözyaşarmış gözlerini daha çok severek, -dua eder gibi, çok kullanılmış dudaklarımı küfredip ışık hızının bir oyunu yüzünden bir saniyenin birkaç milyonda biri boyunca gözlerinin geçmişinden öpüyorum- rutubet ve kömür kokulu gecekondularda cigara kovalamayı özleyerek uzun süredir görüşmediğim bir dostun içimde bıraktığı tedirginlik ama özle

Dış Güçler: Bir Pazar Akşamı Rastladım Size

Dünyanın bütün pazarları birbirine benziyor. Tanrı haftanın günlerini yaratırken tek bir pazar yaratmış ve onu bir kere kopyalayıp sonsuz kere yapıştırmış gibi. Ama o pazar hayatımda yaşadığım tek ve bu yüzden en farklı pazardı. O Ses'i izliyordum, Özden banyoda saçlarını kurutuyordu. Sehpadaki şarap kadehine uzanırken bir anda onları orada gördüm. Her sağlıklı insan gibi yerimden sıçrayıp çığlık attım. Çığlığım bittiğinde fön makinesinin sustuğunu fark ettim, Özden salon kapısında elinde fön makinesi ile dikiliyordu. Ağzı şaşkınlıktan yarım açık kalmıştı. Gözlerini odadaki iki kişiden ayıramıyordu. “Siz, siz…” diye kekeledim ve sustum. “Siz” dedim tekrardan gücümü toplamaya çalışarak, “ne, ne… ne zaman girdiniz içeriye?” “Halı için geldik” dedi kadın, adamla birlikte gülümsediler ve devam etti, “şaka, biz hep buradaydık.” Sesinde belli belirsiz bir aksan var gibiydi. Özden elinde fön makinesi, arkasında fön makinesinin kablosunu sürükleyerek yanıma geldi. Odadaki insa