Bir odada uyanılır. Arkadaş evidir. Yalnızsındır. Uykusuzsundur. Kalkarsın. Duş almazsın. Yüzünü yıkamazsın. Diş fırçan yoktur. Evden kendini çöpü atar gibi atarsın. Aynen böyledir. Kaldırımlara bakarak yürürsün. Makinelerle iyi anlaşırsın. Bilet verirler, su verirler, iade ederler. Turnikelerden geçersin. Metroya binilir. İnsanlara bakılır. Ayakkabılara bakılır. İnsanların arasından zorlanarak kapıya varırsın. Kızıldeniz bir kez daha yarılır. Yarılan deniz az sonra iz bırakmadan kapanır. Merdivende dikilirken insanların götüne bakmamaya çalışarak insanların götüne bakarsın. Sema'ya uğranacaktır. Sema'nın anlatacakları vardır. Anlat Sema denir. Sema anlatmaya başlar.
- Kadının çocuğu ölmüş. Boğulmuş, boğulmuş. Benim anladığım çocuk ölmeseymiş de yine depresyona girermiş o kadın. Çocuğunun ölmesi bahane. Deli o kadın. Bakışlarından belli. Çocuğun ne suçu olacak canım. Babasının dikkatsizliği diyorlar.
Sema bana bunları neden anlatıyorsun. Hayatıma nasıl girdin? Annemin arkadaşı olarak girdiğin hayatımda nasıl senin arkadaşın oldum? Neden hala seni dinliyorum? Benim işim yok mu? Ben neden herkesin çalıştığı bir saatte bu kuaför salonunda hiç tanımadığım bir kadının acıklı hikayesini dinliyorum senden? Sen o kadının hayatına neden bu kadar ilgilisin? İşin yok mu senin? Neden saç boyamıyor, kaş almıyor, muhasebecini aramıyorsun?
Eskiden hatırlardım. Artık hiç unutmuyorum. Hatırlamanın böyle bir doğası var. Biri içinde sana sormadan sana ait bir ışığı yakıyormuş gibi. İnsan bir yerde bundan vazgeçmeli. Ama hiç denemedim. Gelişine yaşadığında şans da bir yere kadar yardımcı oluyor. Gerçi düşününce, bu zamana kadar iyi de idare ettim. Ortalama yaşam süresi seksen yıla çıktığı için kırk yıl yaşadığımda bunu bir kayıp olarak görmeyeceğim. Evsiz kaldımsa kaldım, bir süre de böyle idare eder, kira ödememenin tadına çıkarırım. O adamın dediği doğruysa kalbime yirmi yaşımda sıktığım kurşunla ölmeme üç yıl var. Hayır, iki. Bir süre daha. Zaten artık hayatımda her şey bir süre daha olacak. Seksen yaşına kadar yaşayacak olsam da bu gerçeğin değişeceğini sanmıyorum. O çizgiyi çoktan geçtim. Sanırım o çizgi benim için otuz yıldı ve ardımda sekiz yıl bıraktım. Hayır, yedi… Her neyse, hayatımın sonsuzluğu algısı sona erdi. Artık geriye şimdiye kadar yaşadığım zamandan daha az zaman kaldı. Bundan eminim. İzleyeceğim dolunayların sayısı artık üç aşağı beş yukarı belli. Tahmin edilebilir. Hatta artık geri kalan ömrümün birimini yıl olarak aldığımda bu yılların kaç tane daha olacağına dair bahse bile girebilirim. İlk 10 yılın bahisleri yüksek olacaktır. Son birkaç yılın da öyle. Ortalama yıllar pek bir para vermeyecektir. Belki bir akşamın içki parası.
Kadın hâlâ konuşuyor. Artık hiç dinlemiyorum ama dayanamayacağım.
- Sema neden çağırdın ya sen beni?
- Çağırdım mı ben seni?
- Ya çağırdın ya, dün konuşmadık mı biz telefonda senle?
- Aa, doğru ya. Aslı buraya bi’şeyler bıraktı. Telefonda demek istemedim.
- Benim şeylerimi mi bıraktı, ne bıraktı ki, allah allah ya?
- Birkaç parça eşyanmış.
- Ayıp değil mi ya bu?
- Bence de ayıp da Aslı işte. Kızmış.
- Yok, kızınca kafama televizyon atıyor genelde. Başka bir şey olmuş bu sefer.
- Neden yürümedi be oğlum bu iş?
- Bence yürüyor da Aslı için yürümüyor.
- Kız haklı ama.
- Haklı tabii, haksız demedim ki ben?
- Ayıp değil mi bu dedin?
- Yani bırakmaya ne gerek vardı. Ararsın, bir yerde buluşursun. Hadi görmek istemedin, atar insan görmek istemiyorsa. Kuaföre bırakmak nedir ya?
- Aa, o ne demek ayol öyle?
- Aslı'yla kırk yıllık arkadaş değilsin sonuçta Sema. Kuaför salonuna eşya mı bırakılır? Bu mu yani? Nerede duruyor eşyalarım, buzdolabının yanında mı?
- Ay iyice delirdin bak sen. Tamam hadi al git eşyalarını, müşteri gelecek az sonra.
- Nerdeler?
- İçerde, buzdolabının yanına koydum.
- Yani nerde olacak ki başka?
Torbaları söylene söylene alıp çıktım. Dört torba eşyam bir gün boyunca kuaför salonun arkasındaki mutfakta, buzdolabıyla fırının arasında durmuş. Biraz param olsa böyle bir şey gelmezdi benim başıma. Tıkmış tıkırmış eşyaları. Parmaklarına kan dolup boşalmıştır tıkıştırırken. Kıpkırmızı olur hemen. İnsan biraz özenir ya. Kendi kıyafetleri olsa katlar dümdüz yapardı hepsini. Ayrılalı kaç gün oldu, atmış hemen eşyalarımı. Bu saatten sonra işyerine de gidilmez artık. Zaten dört tane torbayla, içinde kıyafetler… Ofisim olsa geçer içeri koyarım dolaba falan. Duvara mı dayayacağım ben bunları? Akşama kadar sorup dururlar artık bunlar ne, hayırdır falan diye.
- İşler kötüymüş bu ara.
- Ne olacakmış, 5000 lira zam mı yapmayacakmış bu sene? Bize ne abi adamın işlerinden?
- Öyle değil abi küçülmeye gidecekmiş şirket. Muhasebeden Erol söyledi.
- Erol'a kim söylemiş?
- Sormadım abi onu. Ayıp olur. Bu torbalar ne lan?
- Ya Suat sabahtan beri dört tane torbayla dolanıyorum, siktir git allah aşkına ya.
- Haha, ne diyorsun oğlum sen?
- Suat valla moralim çok bozuk abi.Valla bak.
Yok yok, gidilmez işyerine falan. En iyisi anneme gitmek. Sanki başka bir yer kalmış gibi. Koskoca dünyada gidebileceğim yerin metrekaresi belli. Doksan metrekarelik bir yere gitmem gerekiyor. Orası da kira. Gene en iyisi çok geç olmadan işe gitmek. Sorarlarsa sorsunlar, ne yapayım artık. Kuaföre bırakmak nedir ya?
Bütün gün torbalarla bakıştım. Yedi kez telefonla konuştum. Üç tane rapor, iki tane kontrol bitirdim. Üç bardak kahve, iki bardak su, iki bardak çay, bir kutu kola içtim. Ağzımın içi zehir gibi olunca çıktık. Artık beş kişiydik. İkisi bir elimde, ikisi diğer elimde, arada yere bırakarak, arada bırakmadan el ve torba değiştirdim. Bluetooth hoparlörü de koymuş torbaya. Arada bacağıma çarptı durdu lanet şey.
Durakta bacaklarıma dayayarak bekledim, metroda ayakta dururken ikisini ayaklarıma, ikisini de tepelerinde dikildiğim insanların oturduğu koltuklara dayadım, metrodan inmeyi bekledik.
Renkli renkli torbalar. Eskiden ellerini boyayan torbalar vardı. Hala var mı onlardan? Kenar mahalle tuhafiyecilerinde falan oluyordur belki. Büyük markalar korkar böyle şeylerden. Şimdi sosyal medya var. Biri arkadaşına ellerinin fotoğrafını çektirip Twitter’a atar:
Bu ne rezalettir ya böyle??? @lcwaikiki
Bu devirde pes yani!!!
Ülke yeniden doksanlara döndü cidden. İnşallah müzik de döner! #lcwaikiki
Bununla ilgili bir açıklama yapmayı düşünüyor musunuz? @lcwaikiki
Sonra marka açıklama yapar: Ellerinizi boyayan poşetler ilgili zincir mağazalarımızdan toplatılmıştır. Daha da renkli günler dileriz :) #lcwaikiki
İnsanlar markanın yaptığı açıklamaya daha da sinirlenirler. Kimisi ben beğendim der. Büyütecek bir şey yoktur. Eskiden hep boyardı denir. Kimisi bu ne pişkinliktir ya der. Akşama doğru gündem değişir.
Ben düşünürken onlar yanımda sessizce durdular. Kıyafetle dolu, yumuşak, şişkin, dört torbaya sığdırılmaları için tıkıştırılmışlar. Aslında altı torbalık falan kıyafet varmış. Üç yıl, dört torba, iki ev, bir kuaför salonu, çeşitli metro durakları, ofis, anne evi… Odam da durmuyor artık. Arka odadaki çekyatta yatarım. Bi'süre para biriktirir, belki ev arkadaşı falan bulup çıkarım sonra. Aslı’nın torbalara kıyafetleri sığdıran elleri, parmakları kırmızı kırmızı olmuştur. Annem evde mi acaba? İnşallah evdedir.
Yorumlar