Ulus Baker
Yazarlar yazdıkları şeylere pek o kadar benzemek zorunda değiller. Ama
bunu başaran kimi yazarların temsil ettikleri çok özel bir yazın tipini bir
"tür", bir "janr" olarak ayırt etmek gerekir: "Meczup edebiyatı"...
Bu edebiyat "delirmişlerin", depresyonun ivmesiyle intihara sürüklenen
Virginia Woolf'un, çılgınca akan söz ritimlerinin mucidi Von Kleist'ın,
talihsiz Hölderlin'in deha-delilik karışımı edebiyatı değil. Sokaktan,
kahvelerden ve meyhanelerden tanıdığımız, son derecede "samimi"
(birilerine 'açılmak' onların yaşam biçimidir neredeyse), ortaya düşen her
konuda olduğu kadar, kimsenin sorun olarak algılamadığı alanlarda da tuhaf,
çoğumuza gülün. gelen ..zümler üretip durmayı bir meslek haline getiren,
bu fikirlerini yayımlatmak uğruna matbaa matbaa dolaşarak ellerinde
avuçlarında ne varsa yatıran şu tanıdıklardan bahsediyorum. Meczup bir
yazarı ayırt eden, öncelikle onun dünyada düşünülmesi mümkün olan her
konuyla ilgilenmesi ve buna tekabül eden engin bilgisizliğidir. Kurmaca
edebiyata pek yakın değildir bu yazarlar -roman, şiir, .ykü yazsalar da esas
alanları yeryüzünün algılayabildikleri bütün sorunlarına "derin" ..zümler
getiren teorik, "fikrî" yazılardır. Ağır teorik, kutsal, peygamberce... Her
konuda yazabilirler, ama bir "aydın" gibi g.rünmeyi de genellikle
istemezler. Burada bu çok özel ruh haline değineceğim.
Herhangi bir fikir düzenlemesi taşımamakla birlikte meczup kitapları
genellikle bir giriş ve bir sonuç kısmına sahiptirler: Girişte bir "merhaba",
sonuçta bir "hoşçakalın"... Bu merhaba-hoşçakalın aslında kitabın temelidir
ve yazarın kendisini tanıtması gibi muhakkak gerekli bir işlevi
üstlenmektedir. Başka türlerde yazarın kendini tanıtmasına o kadar ihtiyaç
yoktur -kutsal kitaplar dışında... İster vülger-bilimsel bir dille, ister kutsal,
peygamberce bir havada kaleme alınmış olsun, yazarın samimiyeti
tartışılmaz olmalıdır -asabi bir protesto kendi başına samimiyettir... Bu
yüzden bu tür kitaplarda yazarın imzası da kitaba basılır, tercihen resmi de
konur. Yazarın kişiliğinin ve iç d.küşünün en zorunlu olduğu tür meczup
edebiyatıdır. İstediği kadar dağınık fikirlerle, çılgınca ve gülün. önerilerle
dolu olsun, bütün bu disipline edilmemiş fikirler akışının garantisi, sadece
ve sadece yazarın samimiyeti ve buna delalet eden, her yerde hissedilen
imzası, kişisel tanıtımıdır.
Meczup edebiyatının önemli bir ayırt edici özelliği, fikirler akışının
serbestliğine karşın kurmaca edebî eserlerde bulunmayan bir estetik etki
yoksunluğudur. Estetik-öncesi bir alana, sözgelimi dine ait duyguların
yoğunlaşma ve gevşemeleri karşısında olduğumuzu hemen hissederiz. Bu
yazarlardan biri "her şeyin teorisi = herkesin teorisi" formülünü ortaya
atıyordu. Yazdıklarında herhangi bir düşünsel fenomen göremeseniz bile,
meczup yazarların temel bir özelliğinin, düşünceyi duygusal genleşme ve
kasılmalarla ikame edebilme yetisi olduğu anlaşılabilir. Böylece meczup
edebiyatı ile sözgelimi Nietzsche'nin "Torino Bunalımı" sonrasındaki
yazısını karşılaştırmaya kalkmak anlamsız hale gelecektir -en azından,
Pierre Klossowski'nin ısrar ettiği gibi, Torino-Sonrası Nietzsche önceki
Nietzsche'nin zorunlu, kaçınılmaz devamından, "gerçekleşmesinden" başka
bir şey değildir. Öte taraftan meczup, üzerinde etkili olan her fikir, duygu,
düşünce ve ideolojiden faydalanan bir "bricoleur"dür ve mitler kurmayı,
bunlara en azından belli bir süre yürekten inanmayı bir an olsun elden bırakmaz.
Meczubun meczupluğu çoğu zaman geleneksel temaları takip eder -gerçek
yaşamdaki bir travma, bir aşk kırgınlığı, memleketin ya da dünyanın
gidişatı, meczubu zorunlu olarak muhafazakâr kılar. Oysa bu muhafazakârlık
herhangi bir derinlikten yoksundur -meczup edebiyatına "sahte ütopya"
havası veren de işte budur: Ütopyanın zaten "sahte" olduğu varsayılsa bile,
meczup ütopyasında iki kez değilleme söz konusudur -bir ütopya
öykünmesi. Böylece ütopik tarzın aslında bütünüyle uzağında olduğumuz,
ütopyanın bir simülasyonuyla karşı karşıya bulunduğumuz anlaşılabilir.
"Gerçek" ütopyanın doruk noktaları olan metinler en az tasvir ettikleri
ütopik adalar kadar düzenlidirler -sistematik olarak önce bir kent
planlaması, caddelerin, binaların düzenlenmesi, ardından da orada mekân
tutan hayatın tasviri gelir. Meczup ütopyası gerçek ütopyanın
duygularından, "burada ve şimdi"den tümüyle yoksun olmasına rağmen,
bambaşka duygular tarafından taşındığını hissettirir -daha yoğun bir öfke,
öfkenin dağıttığı önceden kurulmuş olağan fikriyat, gelenek ..zülmesine ve
kurtuluş idealarının mutlak yoksullaşmasına dayanan asabi bir protesto...
Çoğu önemli yazarın bir meczuba eşlik ettiği, bir meczup tipini yaratmaya
ihtiyaç duyduğu iyi bilinir -böylece Dostoyevski'nin Budala'sı, ya da Von
Kleist'ın meczup asabiliğinin doruk noktası olan Kohlhaas'ı .lümsüzleşir.
Bu tipler edebiyatın toplumsal tipler üretme yeteneğinin doruklarını
oluştururlar -belli bir noktadan sonra yazarın samimi dışavurumlarından mı
ibaret oldukları bile tartışılmaz hale gelir, .ünkü meczubu harekete geçiren
duyguların evrensel adalet, kurtuluş ve tanrısal iradenin tecellisi gibi
kutsanmış değerlerden geçmesi kaçınılmazdır. Von Kleist'ın dehası,
Kohlhaas'ın delilik ve şiddeti aşırılaştıran adalet tutkusuyla edebiyatını bir
eş titreşim içine sokabilmesi, tutkunun anatomisini evrensel adalet fikriyle
.lümüne bir çatışma içine sokabilmesidir. Öyle ki, Kohlhaas'ın mağduru
olduğu adaletsizlik Kleist'ın kaçınılmaz üst düzey deliliğinin
dinamiklerinden birisine dönüşür.
Meczup edebiyatında evrensel bir adalet teması kaçınılmazdır. Adaletin
kurumlarına ve hayatın bilumum cenderelerine karşı saf bir öfke ile yine eş
.l.üde saf bir evrensel sevgi tutkusu iç içe geçer. Psikanaliz, meczupları
anlamayı pek başaramamıştır -şu ünlü Schreber vak'asındaki Freudcu telkin,
psikanalizi hep eşcinsellik, çocukluk travmaları ve narsisizm meseleleri
civarında d.nüp durmaya sevketmektedir -oysa Schreber metinlerini kateden
ve meczup tipinden daha üst bir çıldırma düzeyine sıçratan dinamik onun
bitip tükenmek bilmez toplumsal projeler icadı, Tanrının düzenine karşı
verdiği amansız mücadele olmalıdır.
Meczup edebiyatının tipolojisinde yapmak istediğim daraltma, onun bu tür
bir "gerçek çıldırma"dan farkını kaydetmeye yarıyor: Meczup dünyanın
düzenine karşı yetersiz bir öfke duymaktadır -paranoyak ise öfkeyi
yetersizce duymakta, taşımaktadır. Duyguların iki farklı yaşanma biçimiyle
karşı karşıya olduğumuz söylenebilir: Yetersiz bir acı, yetersiz bir kaygı,
yetersiz bir sevinç. Meczup dünyadan sıkılmaktadır -orta sınıf burjuva
ideolojilerini kolayca kabullenerek onları kılıktan kılığa sokar. Projelerini
çoğu zaman bir nevi mikro-faşizme d.nüştüren de budur: Aile yaşamındaki,
işyerindeki, sokaktaki kü.ük sıkıntılar dev tanrısal meselelere d.nüşmekte
geç kalmazlar. Ama kolay ve çoğu zaman despotik nitelikli ..zümlerle
birlikte... Sorun daha çok, ailedeki sevgisizlik meselesinin ..zümünün
dolaysızca evrensel bir ..züme gönderebilmesi, oradan da kolayca geri
dönebilmesidir. Bütün dertlerle dertlenmek, meczubu Stoacılığınkinden çok
farklı, anti-felsefi ve anti-sanatsal bir duygusallığa taşır: Hiçbir dert ya da
sorun, dert olarak tamı tamına yaşanmamakta, üstlenilmemekte, olsa olsa
sansasyonel ifade biçimlerine ait bir "kanılar" mekanizmasına dönüşmektedir.
Meczup edebiyatını besleyen, kişiye özel bir kültürel yetersizlik değil,
düşüncelerin yerine kanıların, derin düşünme yerine geleneksel fikriyatın,
toplumsal yaratım projeleri yerine kâinatın tümünden süzülüp yere ağdığı
farzedilen yarı-dinsel teosofik öğretilerin geçtiği bir dünyanın kültürel
çöküşüdür. Örnek vermeye gerek yok, böyle bir kültürel ortamın bütün
özelliklerini şu anda ülkemizde kolayca sıralayabilmek herkes için mümkün.
Kolay ..zümler üretme tavrının yaygınlaşması yalnızca meczup edebiyatının
bir özelliği değildir -sıradan Müslüman için kadınların iffetinden kuşku
duymamanın en kolay çözümü, antropolog Lévi-Strauss'un gözlemlediği gibi
onları kapatmak olabilir. Aynı şekilde, yükselen siyasal İslâmı durdurmak
için ordu ve etrafında toplaşan cephe açısından da en kolay ..züm, "partiyi
kapatırsınız olur biter" gibisinden bir şeydir. Meczupların büyük bir
kesiminin alt-orta sınıftan, mutsuz ya da asabi bürokrat, asker veya memur
emeklisi olması şaşırtıcı gelmemeli. Kaç kişi, 'yaş kemale erdiğinde' kendi
anılarının Türkiye'nin bütün tarihini özetlediği düşüncesinden uzak durabilir?
Aynı şekilde meczup edebiyatının önde gelen yazarları iki temel ideoloji
ekseninde toplaşırlar: Bunlardan birisi din reformculuğuysa ikincisi de
sosyal demokrasidir. Reform hezeyanları meczup edebiyatının iskelesini
oluşturuyorlar. Sızıntı dergisi gibi bir derginin temel işlevi, okuyan
Müslümanlara birbirine zıt g.rünen iki dünyayı, bilimle dini uzlaştırmaktı
herhalde. Bu uğurda üretilen yığınla gülün. tartışmanın bahsettiğimiz
meczup edebiyatından pek uzakta olmadığı söylenebilir -Kur'an'dan ve
hadislerden her gün aktarılan pasajlar İslâmî basını bütünüyle katediyorlar
ve modern bilimin doğrularını yeniden yorumluyorlar. Dini modern bilimin
gerekleri doğrultusunda yeniden biçimlendirmek ve reforme etmek
girişimleri ise aslında aynı işlevi görmektedirler. Oysa kültürsüzlüğün
genelleştiği bir ortamın belirtilerinden biri iman etme tarzı olarak dinsel
yaşamın kolaylaşması ise, öteki de tarihin kolay ilerleyen bir süre.
olduğunun zannedilmesidir. Meczup edebiyatının "reformculuk hezeyanı",
baskı altına alınmış bir dinselliğin özentilerinden biri olarak ortaya
çıkmakta gecikmemiştir: Bilim ile dinin uzlaşmak ve birbirlerine
uyarlanmak zorunda oldukları doğrultusundaki bakış tarzı bir "hakikatler
ikiliği" karşısında kalarak yetersiz bir acı çekmektedir. Bu tam da meczup
edebiyatının temel niteliğidir. İki farklı hakikat düzeni arasında kısa devre
yaptırmak, imanı hurafeye, bilimi ise vülger bir yüzeyselliğe d.nüştürmek...
Sanki bilim ile din barışmak, uzlaşmak zorundalarmış, evrensel kurtuluşun
yüce öğretisi böyle bir uzlaşmadan türeyecekmiş gibi…
Meczup edebiyatının psikolojik gü.lerinde bir eksikliğin ve yetersizliğin
bulunduğu fikri görelidir: Meczup genel olarak kültürsüz, başarısız ve
hafiften kaçık bir tip olabilir -bu önemli değildir, .ünkü ortalama bir köşe
yazarının bu konuda daha talihli olduğunu pek söyleyecek durumda değiliz.
Meczup edebiyatını bu yüzden bir tuhaflık olarak asla düşünmüyorum. Bu
edebiyatın teorik, politik ve etik doğrultuları, hafiften "çılgınlıkları" ve
hurafeciliği kişisel ya da psikolojik bir durumun değil, olsa olsa
toplumların, ülkelerin, coğrafyaların ve dünyanın meczupluğunun
göstergesidir. Meczup edebiyatına ait kitapların zıtlaştığı şey, ciddi tartışma
ve bilim kitapları, ya da dinsel metinler değil, yüklendikleri o tuhaf acı
duygusunun dışavurduğu bir asalet türünün engellenmesidir. Bu asalet
kahramandan, kendinden menkul bir peygamber vaazından türemez -meczup
yazar bir günlük yaşam peygamberidir; ufak şeyleri dert eder, acı duyar;
onun b.lük p.r.ük söylevinde düzensiz bir ifade bulan, ama hep hissedilen
bir samimiyet bulunur. Kâh atalarımızın bilgeliği, kâh Mustafa Kemal'in
yüce g.rüşlülüğü, kâh Kur'an'ın hakikati -bu mitolojik olmayan bir
efsanecilik, saf inanma duygusu, kanıların kudretidir. Kendinden emindir,
ama olağan düşünmenin haklarını talep eder -Reich'ın kü.ük adamları
arasında sivrilir ama sesi duyulmaz. Kısalığı ve kimbilir hangi derdini gü.lü
bir şekilde anlatma gücü nedeniyle kendisinin yazamadığı şiirler alıntılayıp
durur, metnini alıntılarla, kıssadan hisselerle, okuyanı genellikle pek
güldürmeyecek fıkralarla doldurur. Tercih ettiği biçim otobiyografiyse,
kendisinden başka kimsenin değer vermeyeceği anekdotlar ayrıcalık kazanır.
Derin felsefede anekdot -Empedokles'in intiharı, Thales'in kuyuya düşmesi,
Nietzsche'nin çıldırması gibi- kavramlar üretebilecek kadar ayrıcalıklı ve
anlamlı anlardan oluşurken meczubun anılarında abartılı bir yüceliğin
yeryüzünde vücut bulma anlarıdır. Müzmin reformculuğu onu "somut
durumların soyut tahliline" g.türüp durur -böylece ideolojisinin "sosyal
demokrat" karakteri bir kez daha onaylanır. Aslında sosyal demokrasiyi
ayırt eden şey kâh zaten ..zülmüş olan ama kendilerinin nasıl ..züldüğünü
anlamadıkları, kâh biraz da hileyle aslında kimseyi ilgilendirip
yaralamadığının bilincinde oldukları bir sahte-sorunu ortaya atarak onu
mutlak olarak çözmeye talip oldukları sözde-siyasi bir fikriyat rejimi değil
midir? Meczuplar bu yüzden kudretsiz ve siyasi yaşama nüfuz edememiş
sosyal-demokratlardır. Kafası şuna ya da buna bozulmuş "asabi aydınlar"dan
ve köşe yazarlarından tek farkları, kuşkusuz sözlerinin alaya alınması,
işitilmemesi, bu yüzden de bu sözleri aceleyle "ölümsüz" olduklarını
sandıkları yazıya-kitaba dökmeye çalışmalarıdır.
Meczup edebiyatına ilişkin daha ayrıntılı çözümlemeleri sonraki bir metne
bırakıyorum. Şimdilik bu edebiyatın yalnızca semptomatik bir değer değil,
aynı zamanda içkin bir olumluluk değeri içerdiğini söylemek yeterli. Her
insan kendi benliğinde biraz meczupluk taşır -ama bunu bir protestoya, bir
projeye ya da başka bir maliyeti ağır ortama taşıyamaz. Serüvensiz kurgu
edebiyatına ve yüzeysel, sahte imgelere takılıp kalmış şiire saygı
duymayabiliriz; ama çok özel bir tür oluşturan meczup edebiyatına kulak vermeli…
Virgül, Ocak 1999, sayı 15
Yorumlar