Ana içeriğe atla

Portakal, Bıçak ve Hayvan

Unutulmuş bir hayvan gibi uyudu. 

Koltuğa büzüşmüş eski bir hayvan ve buruşuk bir deriyle uyandı.

Dünyaya ilişmek için zamana ihtiyacı vardı. Yalnızca biraz zaman.

Kafasını toparlamasını sağlayacak, nesneleri ve kavramları yeniden tasnif edecek, her şey ancak yerli yerine oturduktan sonra Dünya kabul olunacaktı.

Her şeyi anladıktan sonra. Bu kez doğru anladıktan sonra.

Anneleri, çocukları ve belki babaları da. Diğer canlıların kategorik olarak daha üst bir hiyerarşide olması gerekiyordu bu kez. Çünkü doğal düşünce onlara aitti. Doğal Düşüncenin önemini yavaş yavaş kavrıyordu.

Doğal Düşünceyi en üst basamağa yerleştirdikten sonra araçların olmaları gereken, almaları gereken anlama kendiliğinden ulaşacaktı. Portakalın ne olduğu da bu biçimde anlaşılacaktı. Bıçak ilk kez doğru kavranacaktı. İnsan ilk kez kendine dokunmuş olacaktı. Tanrısal parmak kırılmalı ve kangren olana dek bırakılmalıydı.

Her şey yalnızca buradaydı. Göksel Babalar tarihin çöplüğünden çığlık atmayı bırakmalı ve artık sonsuz sessizliklerine gömülmeyi kabullenmeliydi.

Karar verdi. Gözlerini kapatıp yeniden açtığında evren de kendini yeniden başlatmış olacaktı.

Bunun için büyük bir ateşe ihtiyacı olduğunu anladı. Büyük Kargış perdelerini açmalı, seyircileri selamlamalı ve oyun başlar başlamaz herkes önce en yakınındakini yok etmeliydi. Bıçak bu sayede ilk kez doğru kavranacaktı.

Kurumlar yanarken havaya yayılacak kokuyu düşledi. Duyumların düşlenmesinden sonra kendiliğinden hareket dalga dalga titreşerek yayıldı. Portakal, bıçak ve hayvan ilk kez yan yana geldi.

Yorumlar

PoP

kalp krizi belirtileri ve kısa açıklamaları

toz ve kilittaşlar arasında, ormana uzak ışıklar altında otobanlarda hayvan leşleri, devlet dairelerinde çürümüşlük ve uyuşma salyangozları rengarenk boyadım, artık hepimiz daha da perişanız. "kalp krizinin neden olduğu göğüs ağrısı bıçak gibi giren bir ağrıya benzetilebilir. sanki göğsün ortası sıkılıyor ya da üzerine baskı uygulanıyor gibi hissedebilirsiniz. bu ağrı 3-4 dakika sürebilir, ara ara geçip tekrar geri gelebilir. göğsünüze bir gece yaşlı bir öküz oturabilir." sabahları yılgınlık belirliyor ve otobüslere tutunmuş milyonlarca el arasında tırnaklarından fışkırıyor ne iş yapmadığın bu da birleştiremiyor bizi gözünde çapaklarla uyanıp evden fırladığın bir sabah yaklaşmakta olduğun mesai oyalarken günlerini adımlarınla katıldığın medeniyetler tarihi kaldırımlarda açtığın belli belirsiz çiçek yüzünün gezegende açtığı uykulu yara kendin için hiç düşünmediğin şeyler gelip duruyor kapına atak, kaygı, bir miktar bulanma kira, aidat, sgk ke

dua

-epidermisten evrene yayılan küçük deri parçalarını düşün gövdenden parçalanıp ufalanarak dünyaya karışan tozdur o yıldız tozu, insan tozu, canlı ve ölü toz hiçbir fark yok aralarında yeterince temele indiğinde her şey cansızdır- her hafta en baştan tekrarlanan bir pazartesi olarak yeryüzüne neredeyse dik bir açıyla halısahalardan, ıstakalardan, erkek kokulu oyun salonlarından uzakta yaşamış bir hayvan olarak hayaller, olmayacak projeler ve her daim kolpa bir doğaya yerleşme düşüncesiyle bazan sokaklara, kaldırımlara, taşıtlara ve bankalara düşman bir tavırla bazan bir markayı ayaklarıma denerken bazan yüzündeki ıslak maskeyi ve gözyaşarmış gözlerini daha çok severek, -dua eder gibi, çok kullanılmış dudaklarımı küfredip ışık hızının bir oyunu yüzünden bir saniyenin birkaç milyonda biri boyunca gözlerinin geçmişinden öpüyorum- rutubet ve kömür kokulu gecekondularda cigara kovalamayı özleyerek uzun süredir görüşmediğim bir dostun içimde bıraktığı tedirginlik ama özle

Dış Güçler: Bir Pazar Akşamı Rastladım Size

Dünyanın bütün pazarları birbirine benziyor. Tanrı haftanın günlerini yaratırken tek bir pazar yaratmış ve onu bir kere kopyalayıp sonsuz kere yapıştırmış gibi. Ama o pazar hayatımda yaşadığım tek ve bu yüzden en farklı pazardı. O Ses'i izliyordum, Özden banyoda saçlarını kurutuyordu. Sehpadaki şarap kadehine uzanırken bir anda onları orada gördüm. Her sağlıklı insan gibi yerimden sıçrayıp çığlık attım. Çığlığım bittiğinde fön makinesinin sustuğunu fark ettim, Özden salon kapısında elinde fön makinesi ile dikiliyordu. Ağzı şaşkınlıktan yarım açık kalmıştı. Gözlerini odadaki iki kişiden ayıramıyordu. “Siz, siz…” diye kekeledim ve sustum. “Siz” dedim tekrardan gücümü toplamaya çalışarak, “ne, ne… ne zaman girdiniz içeriye?” “Halı için geldik” dedi kadın, adamla birlikte gülümsediler ve devam etti, “şaka, biz hep buradaydık.” Sesinde belli belirsiz bir aksan var gibiydi. Özden elinde fön makinesi, arkasında fön makinesinin kablosunu sürükleyerek yanıma geldi. Odadaki insa