Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Karanlık bir gelecek bizi bekliyordu.

Salı günü öğlen, çekim ekibiyle birlikte yola çıktık. Her yerde bombaların patladığı, sokak ortasında insanların vurulduğu ve hesabının asla sorulamadığı kötü günler yaşıyorduk. Yolculuğumuz da çatışmaların yoğun olduğu Güneydoğu’ya, Diyarbakır’a idi. Birkaç yıl önce, Irak’a gidip gelen kamyoncuların para için aldıkları riskleri sorgularken, onlar kadar  olmasa bile, bu riski şimdi benim de alıyor olmam kafamı kurcalıyordu. İçimde sürekli olarak  tekrarlanan telkin ise “bana bir şey olmaz” temalıydı. Oysa olabileceğini biliyordum. Uzun süredir,  bahsettiğim bölgede, kırsalda kazı çalışmaları yapan hocamızın terörle ilgili olarak “Ben Şemdinli’de kazıdaydım; Kuşadası’nda dolmuşu havaya uçurdular, Avrupalılar öldü” sözleri de kafamda dönüp duran bir başka cümleydi. Bu cümle terörü tamamen istatistiğe ve şansa indirgiyordu. Yine de gerçek bir olay olduğu için güçlü bir ikna kabiliyetini de içinde taşımaktaydı. Dört kişilik ekiple, Türkiye’yi Diyarbakır’a kadar, karayoluyl

bir yürüyen merdivene doğru

yer demir gök bakır west indies, kızıl elma, itaki, maçin! uzun yoldan gelmedin; insansın insanlar arasında. gülümseyin, çekiyorum. yalan devrimler vadettin, doğru. yalan ne ayakları yunduğun, sana da yalan devrimler vaadettiler, doğru. şehitler ölür, vatanlar bölünür, ezanlar susar, bayraklar iner, sınırlar silinir, sorun değil bu. - peki elindeki o şahane doğruyla ne yapacaksın şimdi? - yeni bir yalan bulacağım canım, çok mu zor bunu hiç sormamak şimdi? gülümseyin, çekiyorum. insan 35 yaşından biraz önce biraz liberalleşebiliyor, açıklanabilir bir şey bu, gençleri anlamak, siyaseti anlamak, insanların bunadığına tanık olmak, sevdiğin insanların değiştiğini görmek, şener şen'in saçmaladığına yetişmek, kutluğ ataman'ın 2013 haziran'ında ölümüne üzülmek. oysa idealizmin kısa tanımıdır; insan sevdiğini değiştirmez, bu yüzden sevmemeliyiz halkı. gülümseyin, çekiyorum. bitti mi, yok mu yol, mobius şeridi üzgün, labirentinin üstünü kapa

et çürür kurt iner karanlık kıvrılır kurt çürür et iner karanlık kıvrılır karanlık çürür karanlık iner karanlık kıvrılır

- şimdi biraz eşyadan söz edeceğim, gardorbun karanlık tarafından, telefonun dil yaratığından, üç artı birin kör labirentinden, biraz iyi niyetlerden, biraz insanlardan ve onların sonlu süreksizliğinden. iki kaza'nın birleşme anından, metalin metalde ezilmesinden, kanın tükürükle karışmasından, plastiğin plastikte erimesinden; ateşten, nemden, küften ve hiçbir şey doğmadığını bundan da. akıllarında hep üzerinde çok düşünülmüş bir rüya motor çalıştı; nefes ve su buharı, ter bezleri ve er bezleri, ıslak kumaş ıslak saç ıslak deri, karıştı kokular birbirine, camlar buğulandı, dudaklar kıpırdandı, fark kalmadı geride, (leş gibi bir yağmur, zehir gibi bir kış, akşamüstü filan, günlerden bir gün, belki pazartesi) mavi dolmuş, mavi dolmuş, basit bir çalışmak meselesi. kalbimdeki kesik bu bu davranışların bu seyirmelerin altında yatan ölü su toprağın hemen üzerinde yanlış bir tanı daha kanser üçüncü evresinde anılarına haksızlık etmenin ya da hiçbir anlamı yok bu anda

Fotoğrafçı, İzleyici ve Etik Sorumluluk

Dijital Çağ ve Fotoğrafın Ölümü Bundan çok değil, yedi sekiz yıl önce, dijital fotoğraf makineleri hayatlarımızda yeni yeni yer kaplamaya başladığı sıralarda fotoğrafın ölümü ilan edilmişti. Fakat “zaten ölü olduğu” gibi eleştirilerin, ölüm konusunda saplantılı batılı entelektüeller tarafından sıklıkla yapıldığı fotoğraf hakkında bu kez yapılan “ölüm” eleştirileri, geçmiş eleştirilerin bağlamından ayrı olarak, fotoğrafın “ayağa düşmesi” ile ilgiliydi. Teknik anlamda hiçbir şey bilmeden, pahalı bir kameranın kılavuzluğunda fotoğraf çekebilmek aslına bakarsanız fotoğrafın kendisini değil, fotoğrafçıyı tehdit ediyordu: “Sıradan insanların fotoğraf çekmesinde asıl hayret verici olan şey ise, sıradan insanların da iyi fotoğraf çekebildiğidir. (...) Eğitimsiz insanların da icra edebildiği bir sanat, hatta bir eylem, kimde hayranlık uyandırabilir? Fotoğrafın demokrasi vaadi, daima onun kamusal tehdidi de olmuştur.” * Nitekim, şu sıralar fotoğrafın dolaşımda ne kadar dominant olduğu göz ön

şehirmezar

yirmi bir eylül pazar bir fotoğrafın arkasından sana bakıyorum tarihi dişleyen karın ağrım yüzümü buruşturuyor buna rağmen bir başka düşün düşünü kuruyorum kadraja sığmayan uğursuz bir dünya hiç durmadan büyüyor son insan da öldüğünde gerçeklikten silinecek yüzün rahatlıyorum sana anlatmış mıydım bilmiyorum çok çalıştığım günlerden biriydi, ölüm düşüncesi ile rahatladığım günlerden biri, gece eve dönerken bir apartmanın önünden geçiyordum karoların arasından minik bir yanardağ gibi katı bir kanalizasyon akıntısının yeryüzüne taşmaya başladığını gördüm o an fark ettim altımızda boktan bir nehrin aktığını ve şehrin bunun üzerinde yükseldiğini. imzalamak istemediğim bütüm kağıtları imzalayıp çürümek istemediğim bütün odalarda çürüyüp olmayı istemediğim her şeyi olmayı başardığımda seksen santim ötemde dünyayla ayrıldığım duvar unutulmuşluktan bir adım yalnızca kullanılmış bir dilde fısıldıyorum olanları: şehirdar, yüzuzak, duvarmezar, o

gönül dostu füsun

zaman zaman radyoda bir istasyon ararken birden arada bir yerde onun sesini duyacağım diye tedirgin oluyorum.  (flashback'ini yaşar ve geri gelip anlatmaya devam eder) 1999'da marmaris içmeler'de, köyiçi'nde yaşarken, dandik bir radyo yüzünden dinlemek zorunda kalırdım füsun'u. radyo sadece süper fm ve trt fm'i çekerdi. bütün gün trt fm sunucularının dingin seslerini ve düzgün türkçelerini dinlemekten beynim bulanınca, -okulda trt fm konseptinde konuşmaya başladığımı yakalayınca- süper fm açıp serdar ortaç terapisi yapar da kendime gelirdim. işte o sıralar tanıştım gönül dostu füsun'la. gönül dostu füsun'dan tüm gönül dostlarına giden şarkıları dinledim. kıştı. yağmur yağardı. elimde kahve pencereden dışarıya bakarken ve yağmur yağarken kendimi mutlu bir homo gibi hissetmeye çalışırdım; ama ne mutluydum, ne de homoydum. bu iki şans da doğarken alınmıştı elimden. belki de daha önce... ne diyordum. evet, füsun. yatakta nasıl olduğunu, hangi pozisyonu sev

pippa bacca

pippa bacca'nın tecavüze uğrayışını ve öldürülüşünü dünyanın tam da şu anda başka başka yerlerinde gerçekleşmekte olan tecavüzlerden ve cinayetlerden ayıran, pippa bacca'nın yola çıkarken kendini simgeleştirmesi, pippa bacca'yı yola çıktığı noktada yok edip, onun yerine simgelediklerini koymasıydı. o, günlük kıyafetlerinin yerine beyaz gelinliğiyle yola çıkmıştı ve yürüyüşünün amacı barıştı. kendini barışın gözle görülür imgesi haline getirmişti. pippa bacca'nın tecavüze uğrayıp öldürülmesi, tam da bu yüzden, insanlığın suratına atılmış çok büyük bir tokattı. aydınlıkla karanlığın savaştığı fantastik hikayelerdeki gibi yola çıkan ve aydınlığın alegorisi olan karakter, ulaşması gereken yere ulaşamadan karanlığın alegorisi olan bir karakter tarafından yok edilmişti. pippa bacca bulunduğunda belki üzerinde artık simgekıyafeti bile yoktu; insanlara barışı bir kez daha hatırlatmak için yola çıkmış ve tam bir tersine çevrilmeyle insanın karanlık yönünü yüzlerimize vurarak yol