Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

umudu öldür, yalancı peygamberi öldür

Şu zamanda bir peygamber kolay yetişmiyor aslında. Herkes inanacak bir şeyler ararken, artık şiir diye bir şeyin olmadığını, bir zamanlar birkaç deneme yapıldıktan sonra bunun imkânsızlığının farkına varıldığını, o zamandan bu yana yapılanın da o şiire bir ulaşma çabası olduğunu, ya da en azından bir şeylere şiir diyebileceksek bile bunun yalnızca yolda olmakla ilgili olduğunu ve asla bir yere varılamayacağını anlamalıyız. Suyun ıslak olması, gökyüzünün bazı zamanlarda mavi, bazı zamanlarda kırmızı olması ve bunun da güneş ve dünyayı saran uçucu katmanlarla ilgili olması gibi. Bakkallar bu bilgi ve güneş ışığında yine de var kalmaya devam ediyorlar, en azından bir dahaki daha organize, üzerinde daha çok düşünülmüş bir kapitalizm saldırısına dek var kalma şansları var. Dünya elbet bir gün devasa ve tek bir avm’ye dönüşecektir. Ama şimdilik taşrada, ücrada henüz otomobil saldırısına uğramamış birkaç sokak efsanesinden bahsediliyor. Ne dünya o sokakları, ne de o sokaklar başka dünyal

-ikiyüzyetmişüç

-ikiyüzyetmişüç “ Her cisimde – hatta buzda bile – bir miktar ısı vardır. Bu, herhangi bir cismin moleküllerinin süreksiz olarak hareket halinde olduğu anlamına gelir. Cisim ısıtıldığı zaman, moleküllerinin daha hızlı hareket etmesi için enerji verilmiş olur. Cisim ne kadar sıcak olursa molekülleri de o kadar hızlı hareket eder. Cisim ne kadar soğuk olursa molekülleri de o kadar yavaş hareket eder. Cismi soğutmaya devam ederseniz, öyle bir an gelir ki cisimde hiç ısı kalmaz ve bütün moleküllerin hareketi durur. Bu nokta «mutlak sıfır» diye bilinir.” didem’e bunu delirdim sonra bunu sonra bunu ne zaman başladı bu oda bu çerçeveler bu kırışıklıklar ben elimde olmadan gülümsediğim bir akşamı geri saramadığımı bunun bir çaresizlik olduğunu insanın bu çaresizlikten yapıldığını sen antik yunan erdemsizliğini ikibin beşyüz yıl içinde bir süs gibi taşıyabildiğini kas yaptığını acılarının. bir kapı çarpışıyla o kadar uzağa gidilmemeliydi bir ayağa kalkma

şiir ne işe yarar?

bizler baştan kaybedilmiş bir ölümsüzlük ve sürekli bir hayatta kalma savaşının sivilleriyiz. mücadelesini verdiğimiz yaşam ve geri kalan her şey yenilgiye mahkum. yalnızca fizik yasaları gereği olarak da bu böyle. yalnızca insan ürünü olan şeylerin değil, bilebildiğimiz evrenin kendisinin bile ölüme yazgılı olduğu bir savaşın içindeyiz. en başta savaş meydanının kaybedileceği bir savaşın sivilleri. bu sebeple, şiir de kaybetmeye mahkum, ölmeye, yok olmaya yazgılı.  1. şiirin bir sürü sebebi olabilir. geleneksel dilin anlatmaya yetmemesi, ün isteği, yalnızca içten gelen bir dürtü, dünyayı değiştirme arzusu. bana en mantıklı gelen sebep ise, mesela yalnızca mümkün olduğu için var olması şiirin. gündelikliğin yetersiz dilinden bile bahsetmek istemiyorum. gün içindeki spontane konuşmalarımızı kaydetseydik dili nasıl da kırdığımızı, cümleleri nasıl da yarım bırakıp başka cümlelere geçtiğimizi ya da geçmeye bile gerek görmediğimizi anlayabilirdik. medeniyet vardır ve yalnızca

kalp krizi belirtileri ve kısa açıklamaları

toz ve kilittaşlar arasında, ormana uzak ışıklar altında otobanlarda hayvan leşleri, devlet dairelerinde çürümüşlük ve uyuşma salyangozları rengarenk boyadım, artık hepimiz daha da perişanız. "kalp krizinin neden olduğu göğüs ağrısı bıçak gibi giren bir ağrıya benzetilebilir. sanki göğsün ortası sıkılıyor ya da üzerine baskı uygulanıyor gibi hissedebilirsiniz. bu ağrı 3-4 dakika sürebilir, ara ara geçip tekrar geri gelebilir. göğsünüze bir gece yaşlı bir öküz oturabilir." sabahları yılgınlık belirliyor ve otobüslere tutunmuş milyonlarca el arasında tırnaklarından fışkırıyor ne iş yapmadığın bu da birleştiremiyor bizi gözünde çapaklarla uyanıp evden fırladığın bir sabah yaklaşmakta olduğun mesai oyalarken günlerini adımlarınla katıldığın medeniyetler tarihi kaldırımlarda açtığın belli belirsiz çiçek yüzünün gezegende açtığı uykulu yara kendin için hiç düşünmediğin şeyler gelip duruyor kapına atak, kaygı, bir miktar bulanma kira, aidat, sgk ke

ah samet, seni deli çocuk

     karanlıktan yaratılmış arkadaşım samet'le sarı boyalı eski borsa binasının önünden geçiyoruz. ikimizin de kafası iyi. borsa binası sahil yolunun basmane'ye doğru döndüğü köşede bir dekor gibi duruyor. geçen yüz yılın başından kalma binanın bin dokuz yüz seksen dört yılında açılmış bir zaman kapısından geçip sahil yolunun basmane'ye döndüğü köşede bir dekor gibi durmasının sebebi eski ya da sarı olması değil. birkaç sebep var. ikinci sebep eski sarı binanın kemerli pencerelerinin üzerinde asılı duran elektronik tabela. bu üçüncü sebep de olabilir; hikaye yazılırken numaralandırmada bir karışıklık olmuş olabilir, bu önemli değil. önemli olan elektronik devrelerden gelen ve soldan sağa doğru akan yazıların kuru üzüm taban fiyatlarını gösteriyor olması. üstelik ördeklerin kuru üzüm taban fiyatlarına olan etkisinin parametreler arasında olup olmadığını da bilmiyoruz.       samet'le birbirimize bakıp ürperiyoruz. samet'in gece kadar karanlık kafası geceyi daha da k

Doksanlar üzerine bir hatırlama çabası

1990 1990'da henüz Ballıkuyu'da yaşayan ve dünyayı da Ballıkuyu'dan ibaret sanan bir çocuktum. Saddam Hüseyin Kuveyt'i bu yılın 2 Ağustos'unda işgal etmişti. Ben Galiplerin bahçesinde top oynuyordum. Ballıkuyu'dayken kafanıza bomba düşme ihtimali çok azdı. Ama Kadifekale'nin yamacında oturduğumuz için, Kürtlere bir önlem olarak panzerlerin dar sokaklarda devriye attığını hatırlıyorum ki, panzer altında kalmanız olasılıklar dahilindeydi.  Türkiye her zaman olduğu gibi doksanlarda da çok tehlikeli bir ülkeydi. Evdeki konuşmalardan da dünyada tartışmalı bir şeyler olduğunu seziyordum. Sanırım annem ve babam doğru tarafta insanlardı. Ancak Sabah gazetesini ve Hıncal Uluç'u solcu sandığım zamanlardı da aynı zamanda. O zamanlar solculuğu bir şekilde sesini çıkartan, hakkını arayan insan olarak kodlamıştım kafamda. Cumhuriyet gazetesinin en pahalı gazete olduğunu hatırlıyorum. Cumhuriyet benim gözümde zengin insanların okuduğu bir gazeteydi. Yılar

grafik-insan

anlams ı zl ı k ç a ğı nda, anlam ı ö ld ü rmeye ç al ış an biri i ç in, giyotin haz ı rl ı yoruz. galaksinin bat ı sarmal kolunda bir masada kendimizin birka ç metre ö tesine  ikea bardaklar ı n ı n yan ı na hikayelerimizi anlat ı yoruz bilinsin diye ya ş ad ığı m ı z baz ı haritalarda g ö steriliyoruz: mercator projeksiyonu, 38.455169, 27.106692; siz bir ç a ğ demi ş tiniz ama benim ellerim ne bir merdivenle bir ay ışığı n ı n kesi ş ti ğ i yerde bizi almad ı klar ı t ü m kap ı lar ı n e ş i ğ inde k üçü k hesaplar yap ı p  b ü y ü k k ö t ü l ü klerden uzak durmaya ç al ışı rken foto ğ raf ı n ç ekilmi ş gibi elinde k ı r ı k bir pergel kendine bozuk mesafede bir ç ember irkilme, bu insan ı n ç i ç ek a ç mas ı d ı r. birka ç grafikte yaln ı zca  renkli bir ç ubu ğ un belirli bir birimine d üş en pastan ı n bir diliminde bir piksel ravenshead ’ de ya da fort wayne ’ de tallahasse ’ de ya da adelaide ’ da brisbane'de ya da carbon d

bir boş kümeye doğru hızla

adına halk diyorlar senin yalnızca maruz kalan bir nesne var bir kumandanın her bir devresinden bir göz fraksiyonlara ayrılmış bir gardolap ırkçı bir çamaşır makinesi renklerden huy kapıyor senin adına halk diyorlar sen diyemediğin için hiçbir şeyler halk diyorlar senin adına sana ağzından çıkan sesler ağzının kütle çekiminde kayboluyor enis kerbela diyor buna herkes senin adına bir şeyler demeden ölmek istemiyor halk diyorlar senin adına özden de neslihan da sevmiyor seni sen bir koltuğun yerini değiştiriyorsun orada bir barikat yakışıyor bir sokağa savunmasız barikatlar enstalasyon ya da bir sokağı yeniden düzenlemek bir iç mimar ve bir pazarlamacı bir barikat bırakıp kaçıyorlar sokağa devrimci mesaiye dönüyor gece devrimci sabah köle cc'ye müdürü de ekliyor ölmek istemiyorsun halk diyorlar sana ölmek istemeden ölümler bitsin istiyorsun dünya tarihinde olmadı böyle bir şey diyorlar sana sen bir otobüs durağı için kalbimi kı

Pembe Peruk

Cesetler bulunmuştu. Otopsi için etler açılmış, bıçak kemiğe dayanmış, iç organlar incelenmiş, ne yazık ki ölümlerini aydınlatacak bir bulguya rastlanamamıştı. Yalnızca sıkıntıdan ölmüşlerdi.  ** Kenar mahalle düğünlerinde atılan, yerden birkaç metre yüksekte, fersiz, cılız ışıklarıyla patlayan ucuz havai fişeklerin sefaletine bakıp kederlenirim. Hayatı boyunca iki yakası bir araya gelmeyecek, bir sürü sorunla uğraşacak yoksul insanların bu özenti ama sefil eğlencesi içimi kaldırır. Otoyollar, sazlıklar, bataklıklar içimi anlamsızlıkla doldurur. Denize bakarak saatlerce oturmaktan hoşlanmam. Kısaca, sıkılacak, bunalacak şeyler bulmakta zorluk çekmem. Dilencilerden rahatsız olurum. Kendini öldüremeyen evsizleri anlamam. İnsanları sevmem. Çevremdeki aklı kıt, zekâsı noksan suçlulardan çok daha fazla şey bilirim. Onları da sevmemem için bir sürü sebebim ve alıntım vardır. Cesur biri sayılmam ama korkmam da. Bir gün artık birilerinin yanında çalışamayacağımı anladığımda elim