Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Etüt* Şiir

Şiirde bir su samurunun sadakatinden söz ediyorsam samurların sadık canlılar olmasına dikkat ederim. Bu bilgi doğru olmalı. Yine de bir samurun sadık bir canlı olduğu bilgisine sahip olmayan biri için de sadık, telaşlı ve ıslak bir samur, her zaman şiirsel olacaktır. Ama sonuçta samurlar zaten sadık canlılardır ve karanlıkta ağaç gövdelerini kemirmeye devam edip yuvaları için malzeme çıkarmaya devam ederler. Örnek: Arasta çatılarına yağmur yağıyor Pazar vitrinlerine yansıyan bir yalnızlık gövdem Taşranın soğuk kalbinden Ormana doğru sürüyorum adımlarımı Telaşlı ve mağrur, sadık ve ıslak Bir samur gibi sessiz Bir ev yapmalıyım karanlıkta Bir sevgi ancak böyle korunur Ormanın soğuk kalbinden. *etüt, -dü Fransızca étude 1. isim Herhangi bir konuda yapılan inceleme, araştırma. 2. isim Ön çalışma. 3. isim Belli bir konuyu inceleyen, araştıran eser veya yazı.

Aklımda Bir Fil

Aklından bir fil tut ve unut şimdi Eve dönüyorum Benimle gel Her şeyin başladığı o yere geri dönelim Yüzümün her ayrıntısını yapan oydu Başka bir çağın vebasına yakalanmadan çok önce… Mümkünse eğer havada kalmış bir şeyler Seçilebilecek kadar yakın Önemsenmeyecek kadar hafif Kendini unutturacak kadar ağır Hatırlayan ölür Hatırlayan ölür Aklından bir rüya tut ve unut şimdi. Eve dönmenin kokusunu Kızarmış yağın, çöpteki portakal kabuklarının Unuttum Suçun titreşimleri yayılıyor hâlâ Aklımdan bir şey tut ve unut şimdi. Perdelerin mümkün olmayan beyazlığını Odaların temizliğini Mutfağın düzenini Sanki kendisi oluyormuş gibi her şey: Bir odadan başka bir odaya geçerken ihmal edilen o şeyi O şeyi unutturan her şeyi Bir yara olarak yaşanan bunca şeyi Sen eşittir bir boşluk ve bir boşluk daha Yan yana durup da Hiçbir şey etmeyen o şeyi Hatırlayan ölür ve çarpı iki...

Yoksulluk İçin Şiir

  Ah çekmek ibadetidir bedenin Ben sana içimde bir köpek ölüsü besliyorum Karanlık nemli ve sessiz etlerle Pencereler kapalı Koku külçe hava katı rüzgar camdan Sana sefaletin envanterini çıkarıyorum Ellerim ellerimden başka yazacak bir şey bulamıyor. Sana yoksulluğu nasıl anlatabilirim? Ekmek bittikten, su bittikten sonra başlamıyor yoksulluk Seçimlerin yok olduğu yerde başlıyor o soğuk oda O boş oda o yokluğuyla nasıl saldırabiliyor insanın ruhuna? Hiçbir şeyin olmamasını hangi sözcükle anlatabilirim sana? Olmayan bir sözcük bulmalıyım buna Biraz düşünmek için zamana ihtiyacı oluyor insanın Zaman bedava Zamandan bol bir şeyim yok Bomboş, eşyasız, giysisiz, yemeksiz, sonsuz ve düşman bir zaman yalnızca.

Ormanda

  Geceleri uluyorum Babam köpekti eskiden Mezar kazmak için burnunu kullanırdı Eşsiz bir kemik derdi bana Hiç kuşkusuz Eşsiz bir mezarı hak eder. ** Ateşi kontrol etmeyi bulduğumda İlk önce parmağımı yaktım Böyle anladık etin piştiğini. ** Acı işe yarıyor En çok acı işe yarıyor ormanda Bir tek acı işe yarıyor Modern bir hayvan ya da aptal bir canlı Bir tek acı hatırlatıyor kendini. ** Bu akşamı da atlatabilir miyim bilmiyorum. Ormanda yırtıcılara da yemek bırakmamız gerektiğini. Etimizle öğrendik. İnsan kendini ödemek zorunda kalıyor er geç yaşama. Çürüyüp gitse de dişler arasında. Unutulmuyor hatanın tadı. Mağarada yalnız. Ormanda bir başına. Yıldızlardan uzak. Serin gecede. Mağaranın ağzında. Rüzgar uğulduyor. Yalnız ben duyuyorum. Yalnız ben duyacağım. Akıp giden zamanın uluyan sesini.

Şakacı Şiir

Eski şiir duygular üzerine olmaktan çok dünya ve onun hikayeleri ile ilgiliydi. Günümüz şiirinin ise bir tür bilinçdışı boşalması biçiminde yazıldığını görmek mümkün. Bu bir yandan şairin kamusal alanda bir terapi seansı taklidi yaparken kirli ya da temiz, tüm çamaşırlarını ortaya dökmekten utanmaması ile ilgili olmalı. Öyle ya, durduk yere insanlara neden annebaba sorunlarınızdan bahsedersiniz ki?  Ya da nasıl bahsedebilirsiniz?  Öğle vakti çektiğiniz 31'in kokusu da üzerinizdedir üstelik. Depresyon, battaniye ve koltukla karışmış bu koku bir lanet gibi peşinizdedir.  Bunun bir tür açıklık, açık yüreklilik, cesurca bir tavır olduğunu söylemek mümkün ama bir yandan da birkaç birim utanmazlık barındırmadığını söylemek zor. Şiiri bu anlamda bir bilinçdışı yansıması olarak kabul ettiğimizde günümüz Şakacı Şiir'ini de aynı bağlam dahilinde inceleyebiliriz. Şair neden sürekli şaka yapma ihtiyacı hisseder:?  Çünkü artık tüm çarelerin tükendiği bir yerdedir o. Kendi hiçliği ve dünyanı

Oteller Sokağı'nın Kısa Tarihi

Sadece krallar mor giyebilir ve taklit edebilir onları renk değiştirebilen tüm hayvanlar: Bir at heykeli yapıp büyük savaşa gidiyorlar Şehrin girişine dikiyorlar kestikleri başları Kenarları işlemeli büyük duvarlar inşa ediyorlar Eski kralların heykelini yapıp bir ata bindiriyolar hiç durmadan duran bir at heykeline tarih diyorlar. Bir bulutun yükü yanlış hesaplanıyor ve heba ediliyor aşk Üç saniye farkla Göklerden gelen ses yanlış bir kayaya çarpıyor, yanlış bir peygamberin kulaklarına Basmane otellerinde fazla sevdadan patlamış bir yatak İkiçeşmelik yokuşlarında sahipsiz bir güneş Yeni bir çağı açacak mı seninle sikişmemiz Bir süre sanabiliriz bunu Yüzlerimizin birbirine söylediği yalanı Ey kralım Bak bu mor kaftan parçası senden koptu Bir et terk eder gibi bedeni Nallarından kurtuldu at Düz ediyor ovayı çırçıplak toynakları Çıt çıkmıyor göklerin krallığından Bir gün herkes terk eder çocuklarını Sadece ikimiz Oteller Sokağı’nda bir yatağı patlatabiliriz Ey kralım bu tükürük sana,

birlikte boş bir tenekeye vurmak

bir yanlışlık olabilir kahkahadaki kabahat uç sularda bir suçtur dağların arasına kurulmuş uzak şehirlerde ses en fazla sınır köylerine çarpıp yok olur ateşte ve toprakta sorumluluk sonra zaman ve ölüm. işte şimdi yaşamın nasıl bir şey olduğu anlatıldı onlara başkaları da başkalarına anlattı o yanlış anladığını birlikte boş bir tenekeye vurdular yani ikinci el bir doğru üçüncü el bir gerçek bit pazarında hakikat. dağların arasına kurulmuş uzak şehirler diye bir şey yoktur hiç var olmadı onlar. artık hangi hayvan olduğunu hiç kimse bilmiyor.  

Eski Bir Anı İçin Şiir

Kendiliğinden gelişen günlerin ışığı soldu Hatırlıyorum 2010 sonbaharını Karşıyaka’dan Bostanlı’ya yürüdüğümüz o kalabalık grup Sanki herkes mutluydu Yolda başka tanıdıkları görmenin sevinci Bir yerde yeterince uzun vakit geçirmiş olmanın verdiği güven Akşam ışığının yumuşak başlı aydınlığı Serin havanın dostluğu Bir arkadaş grubunun havadan sudan konuşmasındaki o güvenli alan Kendiliğinden gelişen günlerin ışığı soldu Şimdi s onsuz bir pazar günü hissiyle doldu dünya Sürekli olarak tekrar eden bir son duygusu taşıyarak Ne kalır bilmiyorum alışılmış bir yaşamdan geriye Eskisi gibi sarılmak Eski konuşmaların gücü Eski gülüşmelerin parlaklığı Ne kaldı Dağılan kalabalıktan havaya saçılan Kahkahaların izi kaldı palmiyelerde belki Hepsi bu 

Otoyol Ölüleri İçin Matematik

Yanağı sıcak asfalta yapışmış Artık hangi hayvan olduğunu kimse bilmiyor Kıl, kan ve yerle bir olmuş kas karışımı bir nesne o Gözü bir süre gördü dünyayı Sesler duydu ve bir süre anlam verdi her şeye Kullandığımız anlamda kullanmasa da kelimeleri Onun da kafasında bir Aristo vardı doğuştan Canlı-cansız tehlikeli ve dost ve yenilebilir ve tadı kötü olanlar diye üçe ve altıya böldü her şeyi İşte artık bir bütündü o Şimdi onun ne olduğunu anlayabilmek için Bu otobanda en çok hangi hayvanın öldüğünü anlatan grafiklere ihtiyaç duyuluyor Öyleyse bir tarla köpeği olduğunu düşünebiliriz onun Bir otoyol kedisi Bir şehirlerarası sıçanı Yanılan matematik olacaktır Kimse bilmiyor Kedi nerede başlıyor köpek nerede bitecek

zambaksız padişah

kalk kalk bak zambak anlatıyor hikayeyi bir bitki süresince duyulacak liflerin genişlemesi ve ışık sızacak damardan sonra son çıkış birden zambak bak bak anlatıyor hikayeyi görevi geceden tedbir almak bir hayvan düşün kendi postuna sımsıkı geçirmiş dişlerini derilmek nasıl yazılıyordu unutmuş parlak bir zambak bak bak doğruyor görüntüyü  doğruyor ayakucundan ufka kadar tarıyor örüntüyü kayıtsız bir canlılık buluyor üfle diyor bir polisle bir torbacı arasındaki farkta ısrar ederek üfle içinde tut ve bırak şimdi tamam beni doğaya saldılar içimde pil yoktu dışımda pul karşımda put güneşten aldığımı toprağa verdim topraktan aldığımı havaya göğerdim göğe erdim güya erdim bu bilge halim en yakın şehir merkezine kaç saatsa kuş uçuşu bir günlük mesafede o kadar terk edildim kimse gelmedi almaya dünyaya kimse gelmedi kaç yıl boyunca içimde bir köpek içimde bir köpek ölüsüyle zambaktan bir mezar bak bak havlayarak güne selam verdim en az üç kişiyi öldürdüm içten bir günaydınla bir katil gibi dön

kurguda bir boşluk

  bir gün görüşeceğiz. kıştan sonra. ya kurguda bir boşluk var ya dünya tuhaf, ya çamurdan ya kaburgadan saçma bir yaradılışın yan etkisi, olağanüstünün kaybedilmesiyle yerçekimi devreye giriyor, bizi sıkı sıkı bağlıyorlar yere, yerle ilişkili bir şeylerle bağlıyorlar bizi, ağırlık birimleri, değerler, yasalar, ışıklar yanıyor, hayaletler kayboluyor ortadan, canlı, sıkıcı bir yayın başlıyor işte. ellerime bak, kavrıyorlar yorgun ve umutsuz aletimi, bir baş parmak ve bir işaret parmağı bir araya gelmeseydi mümkün müydü bu, ve bir başkaldırı gerçekleşiyor ölüme karşı; hangi zafer uzun sürmüş ki o kadar, hangi yakınlık o kadar saydam, hangi uzaklık o kadar hesaplı. bardağın sıvıya çektiği sınır, verdiği biçim, akşamüstünün bir boşluk duygusunun adı olması, bedenin kişiye çektiği sınır, ömrün bir mimari biçim, boşluğun çelik, çimento, bir gün son bulması hepsinin. bir gün görüşeceğiz. bir akşamüstü. boşlukla doluyken etrafımız. orada baltalarına yaslananlar oldu, burada kökleri çürümüş bir

tarantula

içe doğru genişliyor, yayılıyor tarantula. resmi evraklara benziyor dünyayı kaplayan bir memur, yeterli bir kanıt: var tarantula. gözlerini açıyor karanlığı tarıyor karanlıkta karanlığı görüyor tarantula. açıl tarantula, ele geçir, kapla, vakumla, çürüt ve devam et buna. devam etmeye devam et karanlıkların haksız hayvanı devam et kendine. üçten önce mutsuz üçten sonra bitkin inanmıyormuş, hiçbir şeye ne bir eksik ne bir fazla eti taştan eskiymiş, cilalı yalan çağı, tuz çimen toprak demir kaba aptal çağlar açar çağlar kapar büyür tarantula. dünya körmüş gözden önce kulaktan önce sağır dokunmaktan önce masum ve sevgisiz. ah o huzurlu ve korkunç geceler. diyerek genişliyor tarantula. örüyor ağ, yakalıyor av, dişlerinde kullanılmış bir balta taşıyor tarantula, bir dünyanın ölümünü taşıyor içinde başka bir dünya yok içinde. tarantula. i̇çinden konuşuyor. zambak yiyor geceleri, diken kusuyor sabahları. dili yok sessizliği konuşuyor zamanı yok sonsuzluğu anlıyor sınırlı bedeniyle dışı yok ell

De Ki Onlara

  Yaz doldu sokaklar Sıcak parçalar Boş salyangoz kabukları Aksine büyüyen çiçek Balon gibi şişip dünyayı dolduran sessizlik İçinden çıkarıp güneşte kuruttuğun Bir toprak parçasıyla yoğurup Çürük bir canlı yaptığın bundan Canavar bir cumhuriyet Kesik kesik soluyan Antik bir hastalığı inleyen bu kent Bir iz bıraktı Bıraktı elbet Bir yüze benzettin onu Bir kıtaya Dön Yaz doldu sokaklar Sıcak parçalar Avucunda aksine büyüyen bir çiçek Bir ağız bul Ve de ki onlara Sen parlayan gümüş bir pulsun Yerin ayrılmıştır eski tanrıların yanında. Ve de ki onlara Asya’ya çizilmiştir yüzün boydan boya Bir gün düşeceksin sarı kumlara. Kapanırken ağaç ada ve dağ De ki onlara...

yabancı

dünya güzelmiş öyle diyorlar. öyledir elbet, hiç bilmiyorum, gözümü yolda açtım sanki, evsizlik evim, toz toprak açlık kıyafetim oldu. yedi yaşımda çöpe çıkmaya başladım. karton kutuları ayıklarken yemek artıkları bulaştı ellerime, bu arkamdaki binalarda oturanlar yediler onları, ellerime bulaştı salyaları, nefret ederler benden bu yüzden, salyaları bulaştığı için ellerime, ben de olsam ben de kızardım, dünyalarını kirleten bir şey görüyorlar bende.

Kaza’ya Doğru

Zaman bitti durmak başladı: kan durdu ölü, dünya bitti söz, yol bitti çöl, yön bitti beyaz bir boşluk, ben hep kazayı bekledim Başlayan ve biten boşluklar arasında. Ben bu kazayı başıma gelsin diye A noktasından B noktasına giderken O kusursuz X noktasında kafa kafaya gelelim diye Kaç gece kaç sabah kaç yama Aç karnına Kaç kilometre boyunca ilmek ilmek yürüdüm Adım adım ördüm geleceği Ben bu kaza için Yolumu gözden ayırmam Ben bakmakla oluyorum Bıkmakla oluyorum yok Görmekle çileli yürümekle bitmez bir iştah var ayaklarımda Oturdum arkama yaslandım Son hızla gittiğim bu karanlık Benim has bahçem bu karanlık Artık olunmuş bunun bir çaresi yok Yolunmuş bir tavuk gibi bırakılmışım dünyaya Bir düşüşüm yedi yıl sürüyor: Yaşamak kaçınılmazsa bir kazadır Yoksa ufak bir yanlış anlama Geri dönüş her zaman vardır: Şansa bırakmayayım diye santim santim Adım adım sokak sokak Her bir kum tanesine bir görev ekledim Her rüzgarı bir neden belledim Geç kalmaları, anahtarları evde unutmaları Vakitsiz öl

Portakal, Bıçak ve Hayvan

Unutulmuş bir hayvan gibi uyudu.  Koltuğa büzüşmüş eski bir hayvan ve buruşuk bir deriyle uyandı. Dünyaya ilişmek için zamana ihtiyacı vardı. Yalnızca biraz zaman. Kafasını toparlamasını sağlayacak, nesneleri ve kavramları yeniden tasnif edecek, her şey ancak yerli yerine oturduktan sonra Dünya kabul olunacaktı. Her şeyi anladıktan sonra. Bu kez doğru anladıktan sonra. Anneleri, çocukları ve belki babaları da. Diğer canlıların kategorik olarak daha üst bir hiyerarşide olması gerekiyordu bu kez. Çünkü doğal düşünce onlara aitti. Doğal Düşüncenin önemini yavaş yavaş kavrıyordu. Doğal Düşünceyi en üst basamağa yerleştirdikten sonra araçların olmaları gereken, almaları gereken anlama kendiliğinden ulaşacaktı. Portakalın ne olduğu da bu biçimde anlaşılacaktı. Bıçak ilk kez doğru kavranacaktı. İnsan ilk kez kendine dokunmuş olacaktı. Tanrısal parmak kırılmalı ve kangren olana dek bırakılmalıydı. Her şey yalnızca buradaydı. Göksel Babalar tarihin çöplüğünden çığlık atmayı bırakmalı ve artık s

Seni Seviyorum (Lirik)

Seni ilk ve son kez seviyorum Güneş ışınlarının deldiği bu bedenle Nefes alamayan bir yanımın ölü Diğer yarımın da kayıp olduğunu kabul ederek Ve bir insan olduğunu bunun varsayarak Seni ilk ve son kez seviyorum Evet bir koru havalanmıyor belki artık Evet bir sokağı hatırlayıp ürpermek yok Evet yorgunuz ikimiz de bu yaşayamamaktan Bu hayat sandığımız hayatta kalmaktan Bu ibaretten bu anti ibadetten bu allahsızlıktan Sana inanarak söylediğin yalanlara Dünyaya ilişiyorum Dünyayla ilişkili ne varsa kabul ederek önce Hepsini reddetmek gerekliliğine Seni de yetiştirmiş bu ortak yalanlarla Adına insanlık denen bu varsayımla Yüzler kıyafetler arasında Seni ilk ve son kez seviyorum Uzun bir yola çıkmıyorum dur benimle Çay koyuyorum kahve koyuyorum İdamımı sırtımda taşımıyorum diye Anlaşılmıyor sevgi Bunu haklı çıkaracak hiçbir şey yok Hiçbir şey bulamadım hikayenin hiçbir yerinde İçimde unuttuğun bıçak Karnıma sapladığın gül Biri kör paslı diğeri solgun Seni ilk ve son kez seviyorum

Bir Antoloji Denemesi İçin Açık Çağrı

  Bir Antoloji Düşüncesi Antolojiler -geniş ya da dar- belirli bir zaman aralığını kapsayan seçmelerdir. Geniş zamanlı antolojiler bir ya da birkaç cilde hapsoldukların için okura ya da araştırmacıya dönemsel olarak yazılan şiir hakkında fikir verme konusunda yetersiz kalırlar. Bunun için kısa süreli bir zaman aralığını seçip bu zaman aralığında yayımlanmış şiirler toplamı daha işlevsel olacaktır. Ancak bu tercihte de önemli bir aksaklık noktası bulunmaktadır: antolojiyi toplayan kişinin öznel seçkisi. Bizim okuduğumuz şey aslında tam olarak budur. Çünkü antoloji işçisi diyelim ki 2010-2019 arasında dergilerde ya da kitaplarda yayımlanmış olan şiirleri kendi öznel dünya görüşü, şiir beğenisi çevresinde toplar (bkz. büyük olduğunu iddia eden şiir antolojilerinde yer almayan şairler sorunu). Sınırlı bir sayfa sayısıyla birlikte bu öznellik, -toplayıcı- her ne kadar nesnel olmaya çalışsa da geçirgen olacaktır. Başa dönersek biz bir avcı-toplayıcının sevdiği meyveleri görürüz ve kıyıda köş

büyük bahaneler

… beni yatır sonra ışığı açık bırak bahçeye muz ağacı ek düzayak, sıcak bir ülke çıkar belki bundan insanlığıma ver hepsini büyük bahaneler uydur beni bir akşam geniş bir masanın etrafına topla her parçamı çağır tabaklarda gözüme perde çek uzun, dilsiz bir yemek ağzıma sessiz bir sonbahar sok mevsimleri durdur zaman akmasın artık beni aynı ırmakta yedi kez yun parça parça inşa et sonra yedi kez yık kavmimi sök çıkar içimden derime çentikler at hatırlat beni kısa bir süre sonra beni almaya gelecek devlet güçleri beni saymalarına izin verme beni sustaya çek okşa, oyala, sahip çık ses tellerime yerleş beni konuş beni anlat beni yardım benim yerime sular çekiliyor içimde bana akşam soğuklarında sus bana yaklaş beni incele düzümü kara yatır bir şeylere izim çıksın elle tutulur şeylerden söz et bana bir ağırlığı olanlardan gözle görülen renkleri, kulakla duyulan sesleri farkına varıldığında anlaşılabilen şeyleri böyle bir yaşamın olasılığı üstünde dur beni ikna et bu dünyaya tek boynuzlu atl