Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ara güler'i kaybetmemiz üzerine

biz sonra bir gece, bir kış gecesi, çok da soğuk değildi, seksen yaşında dünyaca ünlü bir koca çınarı, bir fotoğrafçıyı kaybettik. koskoca yaşlı başlı adamı nasıl kaybettiğimizi bir türlü anlayamadık. bakılacak her yere baktık; ceplerimize, dolaplara, ayakkabılıklara, yatakların ve koltukların altına, koltukaltlarımıza ve yemin ederim ben en son buzdolabına bile baktım. -daha önceden başıma gelmişti, kedimi donmaktan son anda kurtarmıştım. hayvan üç gün sonra altıncı kattan düşüp içi dışına çıkınca buzdolabında bırakmanın daha hayırlı bir ölümle sonuçlanacağını anlamıştım ama iş işten geçmişti. hayvanı alıp tekrar buzdolabına koymanın da bir mantığı yoktu artık. bazen kaderle oyun oynanmıyor.- ne diyordum, nasıl olduysa adam bir anda kayboldu. annemizleri, annesi babası ayrı olanlarımız babamızları, o gün gittiğimiz arkadaşlar evlerimizi filan, hepsini aradık ama bulamadık. kafası güzel olanlarımızı suçlamayı düşündük ama kafası güzel olanlarımız kadar kafası çirkin olanlarımız da vard

konuşma

“üç oda bir salon evimizin kozasından, kendimize özel bir evren yaratmış oturuyoruz, taksit taksit, dışarda insanlar ölürken duvarlar kan geçirmiyor diye ağlamıyoruz gürül gürül, hafta sonu dostlarımızı ağırlıyoruz, hafta içi annemleri, bol bol okuyor, bol bol içiyoruz, bunun bir yararı olacakmış gibi; insansın sen, yok ki çaresi hastalığının. hayatta kalmak adına ne varsa alıyoruz, diyordun, kırmızı çoğunlukla kırmızı, mavi genellikle mavi, bir süredir renk tayfına inanmıyorsun. bir süredir allah’a ve toplumsal sözleşmeye, içinde uzaktan gülümseyip duran o incecik düşten ülkeye de, ve tüketmeye ve sevmeye de bir süredir, yine de yanları pembe çizgili spor ayakkabılarım, ve senin her iki kış dönümünde nükseden kadife pantolon ihtiyacın, kışa hazırlanıyoruz aklımızda eşyalar, nesneler, (önümüz yaz) ölüm ve gerçek olmasını dilediğimiz diğer karanlık şeyler; insansın sen, belki bulunur bir hal çaresi. hasır örme abajurlar altında yediğimiz akşam yemekleri de doyurmu

kirletici azog

bayraklara rengini veren hemoglobin! titret ve kendime getir beni! bu erkekliği çoğalt! bu dölü, bu kanı, bu kayı boylarını da! eski kültürlerle büyüt beni! bana yeni katliamlar ısmarla! bana yeni tetikler düşürt! dünyayı kirleten adımlarımı sev! salyalarımı, köpek dişlerimi, ayakkap pençelerimi! bu saygıyı al benden, bu güzelliği, bu dünyayı süsleyecek her şeyi al! gökkuşaklarını kır, iyi dilekleri bombala, duaları yak, göğe yükselenleri düşür! isa’yı döv, bu çocukları ye, bu yetişkinleri at! geri ver bana berlin duvarı'nı, stalin'i ve aziz paulus'u ver! bu yüzü, bu gözleri, bu esenlikleri, bu gelip geçen fikirleri öldür! bu geometriyi yamult, bu kanunu boz, bu antlaşmayı unut! bir boşluksa karanlık, elbet siyah olmalı, içinde kımıldayan noktalar, ama bu devrim ihtimâlini de al benden, bu ütopyayı da kirlet, bunu da, bunu da, bunu da,

“Ben Ayrılıyorum, Hadi Siz De Yavaş Yavaş Dağılın Artık”

ben nerede hata yaptım oturur bir bir sayarım aslında, saat bile verebilirim uzayı bir anında durdurup, üzerinde uzlaştığımız saatler söylerim sana, bak, derim, ben tam şu anda, güneş tam şu konumda, dünya güneş’e şu şu açıyla yaklaşıyorken, akreplerin, cetvellerin ve adımların kendilerini ölçtükleri bir sahanlıktan, bir sabahlık doğmamış güneşler sipariş ederim istersen sana, acıktıysan ve bir gündüzü yemek istiyorsan. ben nerede hata yaptım, diyorlar ki insan hata yapmaz, hata yapmak için çok büyük evren, insan acı çekmez, acı çekmek için çok büyük evren, iki oda bir salonun hükmü olmaz, siz beni daha geniş odalara alın, odalar genişledikçe bilhassa insan kendini  fark etmez. ismail nerede hata yaptı, ibrahim nerede hata, mustafalar ne zaman berk’e, ayşeler ne zaman ada’ya, annem nerede hata yaptı, hangi adımı yanlıştı düşerken bir şeylere tutunduğunda, güne hangi yanlış besmele, hangi yanlış ayakla başladıydı, anneler hata yapmaz adları ayşe’yse, babalar hata yapmaz