Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yokluk Duası

There is no Allah, Ve Resulullah, Elbette onun kulu ve elçisidir, Ve en başta yalnızca söz vardır, Hepimize geçmiş olsun, Tanrım, bizi, yalnız, bırak. Amin, ** Sıfırla sonsuz arasında, Bir saklanmadan gelip, bir çekingenliğe doğru giderken, İkisinin arasındaki farkı anlamayanlarla, Beni yalnız bırakın konuştuğunuz odalarda,  beni geçin; Ben kalın bir perdeyi çekip  karartmak istiyorum dünyayı güpegündüzün, Üstelik çok güneşliyken mesela dünya, İki sokak sonsuzluk önümde, İki sokak ötede asla benim olmayacak bir şeyler belki, Bir şeyler… - Ama sizin ağzınızdan neden kan geliyor konuştukça? Kafamın içinde demir korkusuyla yaşayan çocuk, Yeni yumuşak bombalar sipariş ettim Allah’a, Kendimizi koruyabiliriz yani, korkma. Bak gördün işte, Devlet geçiriyor duvarlarım, Başbakan konuşuyor odamda, Damarlarımdaki asil kanla boyadım bütün resmi dairelerin duvarlarını, Yakıştı da doğrusu, Şurada bir çocuk ölüsü, Yakında bir kadın korosu, Ağıtlar ve Atatürk posterleri arasında gürzden yapılma

ah

ah acıyan eller değil çiçekler, ah onlar kanıyor, sanki bu bir kirlenme değil de bir şakaymış gibi ah. yapış yapış gerçekliğinde onun, odaya senin bir doğa olayı olman giriyor ah; baş köşeye oturuyor benim ben oluşum. senin sen oluşun başka bir köşede. kafamı kaldırıp sana doğru bakmaya ah. ne sanıyorsun bunu bilmiyorum, sen o çiçeğin ölümünü tutuyorsun elinde, ben içimdeki dağın bittiğini anlıyorum. birçok atasözleri, birçok teoriler, pratikte karşılığını buluyor bulmuyorum gözlerim yanıyor nezaket bilmeyen aniliğinden o ağır kapıyı bırakışın üzerime ah. içimin ayazında yarım kalmış köpekler, kendimi kurtardım, onlarla birlikte donmuyorum.

nihan'ın pazartesileri hiç sevmemesi üzerine

ben her pazartesi ölüyorum nihan uyanmaya yakın her dakikanın senin saçlarından değil de ölü bir zamandan artması yokluyorum ellerini yerindeler gözlerin uykulu her sabah başarıyorlar kendilerini yeniden aramızdaki boşlukta bir sabah sıkışmış yatıyor uyandığımda bitmiş oluyor gün diyorsun kurulmayı unutmuş bir saat gibi uyukluyorsun gözlerim ağrıyor yokluğundan nihan böyle karşımda durup bir zamanlar olmuşsun sonra da ağrılığı kalmış yalnız o yokluğunun ölü bir kimse misin solmuş güzellik mi yoksa kalk gidelim şehirden desem önce dolmuşa binmemiz gerekiyor yürüyerek çıkılmıyor bu şehrin sokaklarından biz şimdi kaç para ediyoruz ikimiz nihan evi geçindirmeye yetecek mi yorgunluğumuz yat nihan yat biraz daha uyu bugün pazar belki uyuyarak kurtulursun bu berbat dünyadan biz yokuz nihan hiç olmadık biz yarım kalmış yataklar sessiz arkamızdan

“ne işim var burada? keşke gelmeseydim...”

...sonra bir gün, belki aynı gün, belki de, ne fark eder, bütün günlerin aynı olduğunun anlaşıldığı o gün, tek kişilik koltuklarında bir sürü kişi, oturdular. kollarını koltuklarının kolçaklarına dayadılar. müzik dinlemediler. televizyon açmadılar. hiçbir başka şey yapmadan öylece oturdular. oturdukları odaya bakmadan oturdular. bazen gözlerinin eski bir eşyaya takıldığı da oldu. “ne işi vardı hayatlarında? nasıl girmişti? ne olmuştu? neden bu kadar çirkindi. neden bu kadar çoklardı. bu eşyaların benimle hiç ilgisi yok, yok ve olamaz da, neden orada duruyor...” ...yaşamış oldukları her bir gün ve yaşayacak oldukları her bir gün için farklı kişiler oldular. ilkin, birbirinden bu kadar farklı kişinin bir tek kişi olabilmesi, ya da yarılarak bölünmüş benliği böylesine birleştirmeye çalışması karşısında, şaşırdılar. sonra benliklerinin tutarsızlıklarla bölünerek, çoğul bir tek kişi oluşturduğunu anladılar. ...gün içinde gülüp söylemişlerdi. gün içinde sıkılıp kapanmışlardı. sonra

ayak suresi

Sana büyük hikâyeler anlatmak isterdim, yani sanırım bir zamanlar bunu gerçekten istedim, yanyana oturup bunları hiç konuşmadığımız bir akşam, elimden gelmedi, neyin neden böyle olduğunu açıklamaya çalışan teoriler kurmak, -matematikle tarih arasındaki bağıntıyı kuramamak, sayılardan harflere geçilen derslerde a'ya gereken değeri  bir türlü verememek, geometri dersinde pencerenin pervazla yaptığı açıdan dünyayı seyretmek,  dalgalarda ve yapraklarda sıkıntılar ve örüntüler aramak,- olabilir, yani kısacık süren bir akşam anlarsın bazan bazı anların hiç de şiir olmadığını, - Jean Rimbaud, insana dair karanlık gerçekliği erken yaşta anladı.  Çok erken yaşta anladı. Şiiri bıraktı, köle ve silah ticaretine başladı.  Dünyada bu tavırla yürümeye karar verdi. Yürümek, diyorum da,  bir süre sonra onu da yapamadı. Belki de şiir tarafından cezalandırıldı ya da kutsandı.  Belki de bütün bunlar hiçbir zaman olmadı. Belki ömrünün sonuna doğru, o bile  bu

sıfır noktası

"ölümden kaçınmak için çaba harcamak gerekir. vücut kendi haline bırakıldığında -ki, canlı öldüğünde olan budur- çevresiyle bir denge hali oluşturmaya eğilimlidir. canlı bir vücuttaki sıcaklık, asitlilik, su içeriği ya da elektriksel gerilim benzeri bir niceliği ölçerseniz, bekleneceği biçimde, bu niceliğin çevrede kendisine karşılık gelen ölçümden çok farklı olduğunu bulursunuz. örneğin, bizim vücutlarımız genellikle çevreden daha sıcaktır ve soğuk iklimlerde bu sıcaklık farkını korumak oldukça zordur. öldüğümüzde bu çaba durur, sıcaklık farkı azalmaya başlar ve sonunda çevreyle aynı sıcaklığa geliriz. daha genel bir biçimde söylersek, canlılar, eninde sonunda kendilerini çevreleyen dünya ile kaynaşır ve özerk varlıklar olma durumundan çıkarlar."              richard dawkins - kör saatçi                                                                        

yaşamın sırrı - kararlı atom desenleri

“evren kararlı nesnelerle doludur. kararlı bir nesne, bir ismi hak edecek kadar kalıcı ya da sık görülen bir atomlar topluluğudur. bu, “matlerhorn” gibi, adlandırmaya değecek kadar uzun süreli olan benzersiz bir atomlar topluluğu olabilir. ya da, yağmur damlaları gibi, içlerinden herhangi bir tanesi kısa ömürlü olsa da, oldukça hızlı bir biçimde oluşan ve bu nedenle de toplu bir ismi hak eden bir varlıklar sınıfı olabilir. etrafımızda gördüğümüz ve açıklamak istediğimiz şeyler -kayalar, galaksiler, okyanus dalgaları- hepsi de, şöyle ya da böyle, kararlı atom desenleridir. sabun köpükleri küresel olma eğilimindedir, çünkü küresellik, gazla dolu ince tabakalar için kararlı bir biçimdir. bir uzay aracındaki su da kürecikler halinde kararlıdır, ancak dünyada, yerçekimi etkisinde, hareketsiz haldeki su, düz ve yatay bir yüzey halinde kararlıdır. tuz kristalleri küp şeklini almaya yatkındır çünkü bu, sodyum ve klorür iyonlarını paketlemek için en kararlı yoldur. güneşte, bildiğimiz en basi

ben de ağladım - kar

           bundan on üç sene evvel, bodrum'da turizmci olmaya çalışıyorum ama acayip de başarısızım. hem çalıştığım otelde çok başarısızım, hem de iş bittikten sonra gidip öyle bir içiyorum ki, sabah otele ölüm dönüyor. iş kafasında değilim, başka kafalardayım hep. hangisi hangisinin sebebi emin değilim. elveda las vegas mıydı neydi o filmin adı, kadının sonunda adama, ölmeden hemen önce otuz bir çektirdiği o film işte. filmin en başarılı yanı nicolas bey'in alkol terlemesi olan film. güzel terleyen bu alkolik adam şey diyordu, "çok içtiğim için mi karım beni terk etti, karım beni terk ettiği için mi çok içiyorum bilmiyorum", ona benzer bir hikaye. oysa alkoliklerin nedenleri olmadığını artık biliyoruz. ben işte orhan pamuk'un kar'ını bu zamanlarda, çok içtiğim zamanlarda okudum. çalıştığım otelin lojmanının kötü kokan odalarında dört kişi kalırken, ben üst ranzada kitap okur, elemanlar alt ranzada kova yaparken, akşam oldu mu lojmanın odalarından daha güze