Ana içeriğe atla

et çürür kurt iner karanlık kıvrılır kurt çürür et iner karanlık kıvrılır karanlık çürür karanlık iner karanlık kıvrılır

- şimdi biraz eşyadan söz edeceğim, gardorbun karanlık tarafından, telefonun dil yaratığından, üç artı birin kör labirentinden, biraz iyi niyetlerden, biraz insanlardan ve onların sonlu süreksizliğinden. iki kaza'nın birleşme anından, metalin metalde ezilmesinden, kanın tükürükle karışmasından, plastiğin plastikte erimesinden; ateşten, nemden, küften ve hiçbir şey doğmadığını bundan da.

akıllarında hep üzerinde çok düşünülmüş bir rüya

motor çalıştı; nefes ve su buharı, ter bezleri ve er bezleri, ıslak kumaş ıslak saç ıslak deri, karıştı kokular birbirine, camlar buğulandı, dudaklar kıpırdandı, fark kalmadı geride, (leş gibi bir yağmur, zehir gibi bir kış, akşamüstü filan, günlerden bir gün, belki pazartesi) mavi dolmuş, mavi dolmuş, basit bir çalışmak meselesi.

kalbimdeki kesik bu

bu davranışların bu seyirmelerin altında yatan ölü su
toprağın hemen üzerinde yanlış bir tanı daha
kanser üçüncü evresinde anılarına haksızlık etmenin ya da hiçbir anlamı yok bu anda dünyayı sevmenin.

kendinle konuşma

daldan duyduğun tiksinti, yaşamaktan ya da sartre'dan kaptığın bulantı, buridan'ın eşeği gibi, hangi mutsuzluğu seçsen aynı, yaşam; organize elementlerin bu zorunlu dansı, elektriğin içindeki ruhsuzlukla çarpılan sakar ellerin;

ki tarihi var eden de bu

:makina seslerini duyuyor musun?

yağın, sekmanın ve patlamanın yarattığı kalbi? gökadaların düşüşünü? hidrojenin güneşle dansını? civanın zehrini? elindeki incecik dal parçasını alet olarak kullanan ilk insanı? demir çağını? tekerleğin dönüşünü? hayatta biraz daha kalmak için dökülmüş ilk kanı? taş yontmayı? enfeksiyonu ve barutu? çakmaktaşlarının vuruşunu? mürekkebin tüyün ve kağıdın magna carta'da birleştiği anı? kanın damardaki tok sesini? salyangozun yumuşak karnını? otoimmün hastalığın pençesinde gözlerin kapanışını? elin diğer eli kesişini? ormanların yanışını? alyuvarların metal kokusunu? suların parçalanışını?

madeni işlemeyi öğrenmiş ilk insanın, bilgiyi saklamak dışında, akşam için yoktu bir planı.

"keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar âleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu."*

melankolik teori

sonra hiçbir soru cevaplanmadığında çocuk, sorumluluksuzluğuyla tek ırmağın kıyısına oturdu ve sustu:

- sonra odanın duvarlarına, kim bilir kaçıncı bin kez, sanki çok uzaklara bakıyormuşum gibi, baktım; aklımda bir ormanın ölümü vardı, aklımda toprağı zehirleyecek kadar çok öfke vardı. sanki eski bir sözü yemin bellemiştim, bir de bir anlaşma vardı, itiraz eden sesim duvarlarda, bakışlarım çatlaklarda kayboldu, odam bir vadiye açılmıyor, odam beni hiç sevmiyordu, ben de o zaman kapattım dünyayı öpmek isteyen dudaklarımı. sonsuzluğun içine şerh düşüldüm. hiçbirimiz hatırlamadık bunu.

benim de seninle girdi arama bir türlü denizine akamayan tek nehir, su yoruldu, gitti ormanın koynuna girdi, gitti toprağın koynuna girdi.

bütün bu hikaye elbette kardeş katliyle ilgilidir bayım

evrimsel anlamda, ya da evrensel zaman anlamında, çok da uzun olmayan bir sürenin sonunda, uzun-uzak uzay yolculuklarına başlamak, ya da başlamak zorunda kalmak; iki türlü de olabilir: teknolojik ilerlemenin dayattığı zorunluluk, yapılabilirlik; ikincisi de, yeryüzünü artık yaşanamayacak hale getirmek, onu burada nadasa bırakıp gitmek. yeniden, korkunç güzellikte bir cennet bahçesi kendi karnından doğsun diye, kendini kendinden yaratsın diye, bütün o güzel akşamların ve sabahların hatrına bırakmak.

- annenin korkunç elleri bir vadiyi santim santim dokuyor
annen sana on bin yıl sonraya bir uçurum hazırlıyor

devasa insansoyu kolonimizi kurup, devasa uzaygemilerimizle epik uzay yolculuğumuza başladığımızda, elbette yanımızda götüreceğimiz, evrendeki diğer uygarlıklara, diğer akıllı canlılara aktarmak isteyeceğimiz bir ortakkültürümüz ve ortakmitolojimiz olacak. ve eğer bu ortakmitoloji hakkında evrene yalan söylemek, yepyeni bir başlangıca eski bir alışkanlıkla yine yalanlar söyleyerek, yoksayarak başlamak istemiyorsak, mitolojimizin başlangıç hikayelerinden birinin, kardeş katliyle ilgili olduğunu kabul etmemiz gerekecek.

insansoyunun, kurgubilim hikayelerimizde çokça yer alan galaktik imparatorlukların efsanevi tarihleri gibi bir efsanevi tarihi olsacaksa eğer, elbette bizden korkacaklar; galaksilerin yönetildiği o futuristik dünyanın koridorlarında, köprülerinde, bizim dudaklarımıza benzemeyen dudaklardan, bizim dilimize benzemeyen bir dilde, bizim kulaklarımıza benzemeyen kulaklara, bizim korkularımıza benzeyen bir korku içinde “insansoyu mu, onlar kardeşlerini öldürenlerdendir” türünden bilgiler fısıldanacak.

içimdeki dağ

acıdı suretimin dünyaya düştüğü yer, bedenimin yeryüzünde bıraktığı açı, gözlerimin arkasına düşen ters görüntü, aklımdaki kuş, rüzgârlara karşı gövdem; hikaye kapandı, içimdeki dağ, bitti.

“neden benimle birlikte değilsin, senin civa karnın benim alüminyum bağrıma dayanmış, ikimiz kıyının kayalıkları üzerinde, seyretmek için bu taptığım manzarayı!"**

* George Perec – Uyuyan Adam, Metis Yayınları, 2. Baskı, 2000, syf.30

** Maldoror'un Şarkıları – Comte de Lautreamont, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı, 2008, syf. 44

PoP

kalp krizi belirtileri ve kısa açıklamaları

toz ve kilittaşlar arasında, ormana uzak ışıklar altında otobanlarda hayvan leşleri, devlet dairelerinde çürümüşlük ve uyuşma salyangozları rengarenk boyadım, artık hepimiz daha da perişanız. "kalp krizinin neden olduğu göğüs ağrısı bıçak gibi giren bir ağrıya benzetilebilir. sanki göğsün ortası sıkılıyor ya da üzerine baskı uygulanıyor gibi hissedebilirsiniz. bu ağrı 3-4 dakika sürebilir, ara ara geçip tekrar geri gelebilir. göğsünüze bir gece yaşlı bir öküz oturabilir." sabahları yılgınlık belirliyor ve otobüslere tutunmuş milyonlarca el arasında tırnaklarından fışkırıyor ne iş yapmadığın bu da birleştiremiyor bizi gözünde çapaklarla uyanıp evden fırladığın bir sabah yaklaşmakta olduğun mesai oyalarken günlerini adımlarınla katıldığın medeniyetler tarihi kaldırımlarda açtığın belli belirsiz çiçek yüzünün gezegende açtığı uykulu yara kendin için hiç düşünmediğin şeyler gelip duruyor kapına atak, kaygı, bir miktar bulanma kira, aidat, sgk ke

dua

-epidermisten evrene yayılan küçük deri parçalarını düşün gövdenden parçalanıp ufalanarak dünyaya karışan tozdur o yıldız tozu, insan tozu, canlı ve ölü toz hiçbir fark yok aralarında yeterince temele indiğinde her şey cansızdır- her hafta en baştan tekrarlanan bir pazartesi olarak yeryüzüne neredeyse dik bir açıyla halısahalardan, ıstakalardan, erkek kokulu oyun salonlarından uzakta yaşamış bir hayvan olarak hayaller, olmayacak projeler ve her daim kolpa bir doğaya yerleşme düşüncesiyle bazan sokaklara, kaldırımlara, taşıtlara ve bankalara düşman bir tavırla bazan bir markayı ayaklarıma denerken bazan yüzündeki ıslak maskeyi ve gözyaşarmış gözlerini daha çok severek, -dua eder gibi, çok kullanılmış dudaklarımı küfredip ışık hızının bir oyunu yüzünden bir saniyenin birkaç milyonda biri boyunca gözlerinin geçmişinden öpüyorum- rutubet ve kömür kokulu gecekondularda cigara kovalamayı özleyerek uzun süredir görüşmediğim bir dostun içimde bıraktığı tedirginlik ama özle

Dış Güçler: Bir Pazar Akşamı Rastladım Size

Dünyanın bütün pazarları birbirine benziyor. Tanrı haftanın günlerini yaratırken tek bir pazar yaratmış ve onu bir kere kopyalayıp sonsuz kere yapıştırmış gibi. Ama o pazar hayatımda yaşadığım tek ve bu yüzden en farklı pazardı. O Ses'i izliyordum, Özden banyoda saçlarını kurutuyordu. Sehpadaki şarap kadehine uzanırken bir anda onları orada gördüm. Her sağlıklı insan gibi yerimden sıçrayıp çığlık attım. Çığlığım bittiğinde fön makinesinin sustuğunu fark ettim, Özden salon kapısında elinde fön makinesi ile dikiliyordu. Ağzı şaşkınlıktan yarım açık kalmıştı. Gözlerini odadaki iki kişiden ayıramıyordu. “Siz, siz…” diye kekeledim ve sustum. “Siz” dedim tekrardan gücümü toplamaya çalışarak, “ne, ne… ne zaman girdiniz içeriye?” “Halı için geldik” dedi kadın, adamla birlikte gülümsediler ve devam etti, “şaka, biz hep buradaydık.” Sesinde belli belirsiz bir aksan var gibiydi. Özden elinde fön makinesi, arkasında fön makinesinin kablosunu sürükleyerek yanıma geldi. Odadaki insa