Ana içeriğe atla

danimarka krallığında solgun bir gül


 
işte buradayız ve başka hiçbir yerde değiliz. imlâ ve konuşma dili arasına sıkışmış, ve bundan şiir yapmaya çalışıyoruz. burada olduğumuzu ve başka bir yerde olmadığımızı, gökyüzünün ve denizin aslında mavi olmadığını, gözle görülebilir şeylerin gözle görülemeyen şeylerden daha az olduğunu, bir ışık tayfının başka bir ışık tayfına söz geçiremeyeceğini, görünenlerin hiç de göründüğü gibi olmadığını ve aynı zamanda tam da göründüğü gibi olduğunu, söylemiş miydim? evet, sanırım bir kısmını anlatamaya çalışmıştım. çöl.

serap. sen ne güzeldin ve dallar kırılıyordu ve sen duymuyordun, bir milyon kilometre ötede söylemiştim, yol o zaman da hiçbir yere gitmiyordu, yaprakları boşuna eziyordun, ve sen bunun tanrıçası, kötüler acı çekmez, kötüler acı çekmez fısıldayarak bitmez bir tespih çekiyordun karanlıktan, kül eşeleyip bir peygamber yontarken kendine kendinden, ve ben bunun tarih yazıcısı, sen bir yoldan hiç vazgeçmiyordun, belirli bir yoldan hiç geçmeyerek. kendi içinde sonsuza kadar dönen kör bir kavşak.

ağzımı kumla çalkaladım. yüzümde gülümsemeden bir demir, dönüp bakmıyor da kimse, sen hücrelerinin çürüyüşünü duyuyorsun yastığa koyduğunda başını, dağ başları hayal ediyorsun, taptaze rüzgarlar, yaşamın kırılgan şenliği, kazanın coşkusuyla dikilirken yolun ortasında, yaşlı adamların salyalı ağzında bir kelime, ben. ada.

dünyada yaşam varmış. sabah uyanıyorsun diye yaşıyorsun sanıyorlar, yaşıyorsun sanıyorlar diye yaşıyorsun sanıyorsun, hepsi senin sandığın kadar işte, oyunun zoraki gönüllüsü, hiçbir zaman geç kalmıyorsun üstelik hiçbir zaman hiçbir yere, sen. makinenin insanla birleştiği.


uzun sürmüş bir doğal afet olarak insan. ben. bahçenin felaketi, ben. yürüyen ölüm, ben. evrenin habis beyni. ben homosapiens, ben homoludens, ben, gördüğüm düşü hayra yoramam, sen, kendine sıcak, ben, kendime rahat, akşam olacak, barikat eksik, dışarda çok fazla kalamayız, ama nereye döner, eve dönmesinden vurulan insan, haklı ya da haksız, sonra karar verilir, önce yalnızca isyan.

Yorumlar

PoP

kalp krizi belirtileri ve kısa açıklamaları

toz ve kilittaşlar arasında, ormana uzak ışıklar altında otobanlarda hayvan leşleri, devlet dairelerinde çürümüşlük ve uyuşma salyangozları rengarenk boyadım, artık hepimiz daha da perişanız. "kalp krizinin neden olduğu göğüs ağrısı bıçak gibi giren bir ağrıya benzetilebilir. sanki göğsün ortası sıkılıyor ya da üzerine baskı uygulanıyor gibi hissedebilirsiniz. bu ağrı 3-4 dakika sürebilir, ara ara geçip tekrar geri gelebilir. göğsünüze bir gece yaşlı bir öküz oturabilir." sabahları yılgınlık belirliyor ve otobüslere tutunmuş milyonlarca el arasında tırnaklarından fışkırıyor ne iş yapmadığın bu da birleştiremiyor bizi gözünde çapaklarla uyanıp evden fırladığın bir sabah yaklaşmakta olduğun mesai oyalarken günlerini adımlarınla katıldığın medeniyetler tarihi kaldırımlarda açtığın belli belirsiz çiçek yüzünün gezegende açtığı uykulu yara kendin için hiç düşünmediğin şeyler gelip duruyor kapına atak, kaygı, bir miktar bulanma kira, aidat, sgk ke

dua

-epidermisten evrene yayılan küçük deri parçalarını düşün gövdenden parçalanıp ufalanarak dünyaya karışan tozdur o yıldız tozu, insan tozu, canlı ve ölü toz hiçbir fark yok aralarında yeterince temele indiğinde her şey cansızdır- her hafta en baştan tekrarlanan bir pazartesi olarak yeryüzüne neredeyse dik bir açıyla halısahalardan, ıstakalardan, erkek kokulu oyun salonlarından uzakta yaşamış bir hayvan olarak hayaller, olmayacak projeler ve her daim kolpa bir doğaya yerleşme düşüncesiyle bazan sokaklara, kaldırımlara, taşıtlara ve bankalara düşman bir tavırla bazan bir markayı ayaklarıma denerken bazan yüzündeki ıslak maskeyi ve gözyaşarmış gözlerini daha çok severek, -dua eder gibi, çok kullanılmış dudaklarımı küfredip ışık hızının bir oyunu yüzünden bir saniyenin birkaç milyonda biri boyunca gözlerinin geçmişinden öpüyorum- rutubet ve kömür kokulu gecekondularda cigara kovalamayı özleyerek uzun süredir görüşmediğim bir dostun içimde bıraktığı tedirginlik ama özle

Dış Güçler: Bir Pazar Akşamı Rastladım Size

Dünyanın bütün pazarları birbirine benziyor. Tanrı haftanın günlerini yaratırken tek bir pazar yaratmış ve onu bir kere kopyalayıp sonsuz kere yapıştırmış gibi. Ama o pazar hayatımda yaşadığım tek ve bu yüzden en farklı pazardı. O Ses'i izliyordum, Özden banyoda saçlarını kurutuyordu. Sehpadaki şarap kadehine uzanırken bir anda onları orada gördüm. Her sağlıklı insan gibi yerimden sıçrayıp çığlık attım. Çığlığım bittiğinde fön makinesinin sustuğunu fark ettim, Özden salon kapısında elinde fön makinesi ile dikiliyordu. Ağzı şaşkınlıktan yarım açık kalmıştı. Gözlerini odadaki iki kişiden ayıramıyordu. “Siz, siz…” diye kekeledim ve sustum. “Siz” dedim tekrardan gücümü toplamaya çalışarak, “ne, ne… ne zaman girdiniz içeriye?” “Halı için geldik” dedi kadın, adamla birlikte gülümsediler ve devam etti, “şaka, biz hep buradaydık.” Sesinde belli belirsiz bir aksan var gibiydi. Özden elinde fön makinesi, arkasında fön makinesinin kablosunu sürükleyerek yanıma geldi. Odadaki insa