Ana içeriğe atla

Ay ışığını hatırlıyor musun?


O zaman her şey yeniydi. Beklemek, acı çekmek, görememek, anlayamamak yeniydi. Sonra birden hepsi eskidi. Bir gecede, her şey, çok uzun süre önce yaşanmış ve artık bitmişti. "O geceyi" dedim, Nevzat'a, "o geceyi hatırlamak bazılarımızı öldürdü. Nevin kendini astı. Murat bileklerini kesti. Hacer'le umut hap içti. Umut önce kurtuldu. Sonra daha çok hap içti. Hem de kurtulduktan bir gece sonra. İntihardan kurtulmak bile yetmemişti Umut'a. Hepimizin gözü önünde oldu bu. Hepsi gözümüzün önünde intihar etti. Biz intihar ettikleri o odada karşılarında otururken öldürdüler kendilerini. Gözlerimizin içine bakarak. "Hoşçakal" diyerek. "Her şeye rağmen seni tanımak güzeldi" diyerek. Biz ölmedik. O koltuktan kalkamadık ama kalkamazdık da zaten. Kalksak biz de o ölüm yataklarına girecektik. Ölmedik ama bir yere de gidemedik. Bizi saldılar ama orada kaldık biz. O ölüm saklı kaldı bizde. İstihkakımızdan ödün vermedik. Oksijenimizi sonunda kadar aldık. Suyumuzu son damlasına, ekmeğimizi son kırıntısına kadar kullandık. Bazılarımız biraz fazla bile almayı kabul etti. İhsan işadamı oldu. Hayatı boyunca karısını aldattı durdu. Ipek kaygı bozukluğuyla yaşayıp durdu aramızda. Tedavi olmayı aklına bile getirmedi. O kadar mutsuzdu ki mutsuz olduğunun farkına bile varamıyordu. "Sen nasıl hayatta kaldın peki" diye sordu Nevzat. "Deminden beri anlatıyorum ya işte, hayattayım ama yaşıyor muyum emin değilim. Belki bir türlü yaşayamadığım için öldüremedim kendimi. Belki öldürebileceğim biri yoktu ne karşımda ne içimde. O gece yaşadıklarımız içimden bir parçayı götürdü işte. Artık daha korkunç bir şey yaşayamayacak olmanın tesellisi. Hepsi bitti. Artık dünya üzerinde beni korkutabilecek hiçbir şey kalmadı. Ne yaşam, ne ölüm. İkisini de yaşadım ve bittiler. Neden burdayım sanıyorsun? Neden sana anlatıyorum? Hiçbir şey olmayacağını görmek için. Bundan o kadar eminim ki mutlaka yaşamalıyım. Sürekli yokluğumu onaylıyorum. Aslında burada bile olmadığımı. Hep o gecede olduğumu. Gerçek ben o gecede kaldı. Geriye yansıması kaldı sadece. Ay ışığını hatırlıyor musun? Beni senin yanına bütün kemiklerim kırılmış gibi attıklarında sana mırıldanarak ay ışığı demiştim. Yere bıraktıklarında düşmemiştim de yığılmıştım sanki. Etlerim sırayla yerçekimine yenik düşüp birbirinin üzerine yığılmıştı. Dövülmüş bir et parçasıydım. Sonra seni de getirip yanıma boş çuval gibi attılar. Aradan kaç dakika ya da kaç saat geçti bilmiyorum. İlk kıpırdandığın anda ay ışığı demiştin. Küçük, kare pencereden ay ışığı vuruyordu yere. Kafamı kaldırıp pencereye doğru baktım. Dolunayı gördüm. sekiz gün sonra mıydı, on beş mi, bir gün mü, hepsi birbirine karıştı bir süre sonra. Dolunayı gördüğümde sevinmiştim. O sevinme canımı her şeyden daha çok yaktı. Sanki bana yaptıkları en acı şey, yaptıkları o korkunç şey değildi de dolunayı göstermekti. Onların bile hesaplayamadığı bir kötülük yaptılar bana o dolunayla. Evren onlarla işbirliği yaptı. Sessizliği, umursamazlığı, kendini böylesine güzel göstermeye devam etmesi... Orada olan her şeyi yok ediyordu o güzellik. İyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı, hatayı, dehşeti, acıyı, sevinci, huzurlu hissetmeyi, inanmayı, devam etmeyi, bırakmayı, çaba sarf etmeyi, anlamsız şeyler yapmayı, bile bile yanlış yapmayı, korkuyu vicdan azabı ile karıştırmayı. Hepsinin üzerine aynı ışık düşüyordu. Sen de biliyorsun bunu. Oradaydın. Oradaydık."

Yorumlar

PoP

kalp krizi belirtileri ve kısa açıklamaları

toz ve kilittaşlar arasında, ormana uzak ışıklar altında otobanlarda hayvan leşleri, devlet dairelerinde çürümüşlük ve uyuşma salyangozları rengarenk boyadım, artık hepimiz daha da perişanız. "kalp krizinin neden olduğu göğüs ağrısı bıçak gibi giren bir ağrıya benzetilebilir. sanki göğsün ortası sıkılıyor ya da üzerine baskı uygulanıyor gibi hissedebilirsiniz. bu ağrı 3-4 dakika sürebilir, ara ara geçip tekrar geri gelebilir. göğsünüze bir gece yaşlı bir öküz oturabilir." sabahları yılgınlık belirliyor ve otobüslere tutunmuş milyonlarca el arasında tırnaklarından fışkırıyor ne iş yapmadığın bu da birleştiremiyor bizi gözünde çapaklarla uyanıp evden fırladığın bir sabah yaklaşmakta olduğun mesai oyalarken günlerini adımlarınla katıldığın medeniyetler tarihi kaldırımlarda açtığın belli belirsiz çiçek yüzünün gezegende açtığı uykulu yara kendin için hiç düşünmediğin şeyler gelip duruyor kapına atak, kaygı, bir miktar bulanma kira, aidat, sgk ke

dua

-epidermisten evrene yayılan küçük deri parçalarını düşün gövdenden parçalanıp ufalanarak dünyaya karışan tozdur o yıldız tozu, insan tozu, canlı ve ölü toz hiçbir fark yok aralarında yeterince temele indiğinde her şey cansızdır- her hafta en baştan tekrarlanan bir pazartesi olarak yeryüzüne neredeyse dik bir açıyla halısahalardan, ıstakalardan, erkek kokulu oyun salonlarından uzakta yaşamış bir hayvan olarak hayaller, olmayacak projeler ve her daim kolpa bir doğaya yerleşme düşüncesiyle bazan sokaklara, kaldırımlara, taşıtlara ve bankalara düşman bir tavırla bazan bir markayı ayaklarıma denerken bazan yüzündeki ıslak maskeyi ve gözyaşarmış gözlerini daha çok severek, -dua eder gibi, çok kullanılmış dudaklarımı küfredip ışık hızının bir oyunu yüzünden bir saniyenin birkaç milyonda biri boyunca gözlerinin geçmişinden öpüyorum- rutubet ve kömür kokulu gecekondularda cigara kovalamayı özleyerek uzun süredir görüşmediğim bir dostun içimde bıraktığı tedirginlik ama özle

Dış Güçler: Bir Pazar Akşamı Rastladım Size

Dünyanın bütün pazarları birbirine benziyor. Tanrı haftanın günlerini yaratırken tek bir pazar yaratmış ve onu bir kere kopyalayıp sonsuz kere yapıştırmış gibi. Ama o pazar hayatımda yaşadığım tek ve bu yüzden en farklı pazardı. O Ses'i izliyordum, Özden banyoda saçlarını kurutuyordu. Sehpadaki şarap kadehine uzanırken bir anda onları orada gördüm. Her sağlıklı insan gibi yerimden sıçrayıp çığlık attım. Çığlığım bittiğinde fön makinesinin sustuğunu fark ettim, Özden salon kapısında elinde fön makinesi ile dikiliyordu. Ağzı şaşkınlıktan yarım açık kalmıştı. Gözlerini odadaki iki kişiden ayıramıyordu. “Siz, siz…” diye kekeledim ve sustum. “Siz” dedim tekrardan gücümü toplamaya çalışarak, “ne, ne… ne zaman girdiniz içeriye?” “Halı için geldik” dedi kadın, adamla birlikte gülümsediler ve devam etti, “şaka, biz hep buradaydık.” Sesinde belli belirsiz bir aksan var gibiydi. Özden elinde fön makinesi, arkasında fön makinesinin kablosunu sürükleyerek yanıma geldi. Odadaki insa